Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde Kitap Bilgileri
Yazar: Olga Tokarczuk
Tahmini Okuma Süresi: 8 sa. 37 dk.
Sayfa Sayısı: 304
Basım Tarihi: Ocak 2020
İlk Yayın Tarihi: Ocak 2020
Yayınevi: Timaş Yayınları
ISBN: 9786050832310
Ülke: Türkiye
Dil: Türkçe
Format: Karton kapak
Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde Kitap Tanıtımı
Janina, uzak bir Polonya köyünde, karanlık kış günlerini astroloji çalışarak, yıldız haritalarını inceleyerek, William Blake’in şiirlerini tercüme ederek ve varlıklı Varşova sakinlerinin yazlık evlerine göz kulak olarak geçirir. İnsanlar yerine hayvanlarla vakit geçirmeyi tercih eder, fazlasıyla tuhaf ve münzevi tavırları kimilerine göre “kaçık”lıktır. Bir gün komşusu Koca Ayak gizemli bir şekilde ölü bulunur. Gelecek günler daha da tuhaf ölümleri beraberinde getirir. Şüpheler ve soru işaretleri yükselirken Janina, tuhaf teorileriyle kendini soruşturmanın göbeğine yerleştirir. Birileri ona kulak verseydi her şey böyle mi olurdu oysa…
Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde tuhaf bir gerilim masalı, bir kara komedi, her şeyiyle kendine özgü bir hikâye. Akıl sağlığı ve çılgınlık, suç ve adalet, doğa ve insan arasındaki karanlık sınırların kışkırtıcı bir keşfi. Çağdaş Polonya edebiyatının en güçlü sesi, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Olga Tokarczuk’tan baş döndürücü bir roman.
“Muhteşem bir yazar.”
– Svetlana Alexievich
“Bu kitap yalnızca bir ‘katil kim’ romanı değil: Yaşam ve ölüm hakkında, sırlarla dolu, felsefi bir masal. Kulağınızı yere yaklaştırırsanız, iliklerinizde hissedeceğiniz sırlar.”
– New York Times Book Review
“Baş döndürücü, yaratıcı, türüne meydan okuyan bir hikâye. Kısmen bir polisiye, kısmen bir masal, –Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde, bazı canlıların diğerlerinden üstün olma biçimleri üzerine heyecan verici bir felsefi sorgulama.”
– Time
“Yılın en keyifli romanlarından biri.”
– The Guardian
“Olga Tokarczuk geçen çeyrek yüzyılın sayılı Avrupalı romancısından biri. Bu romansa alaycı mizahı ve karanlık sürprizleriyle pastoral bir kara komedi.”
– The Economist
“‘Kontrollü psikoz’un tartışılmaz başyapıtı… Eninde sonunda olağanüstü bir kurguyla bir araya gelen ipuçları etkileyici bir başarıya dönüşüyor.”
– Publishers Weekly
“Doğa için bir coşkulu bir şarkı… William Blake’e bir methiye… [ve] bir tür ağıt. Tokarczuk Blake’i aşar mı? Tartışılabilir –belki.”
– NPR
“Bir cinayet romanı yapısını açıkça benimsese de, Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde ürkütücü mizahı ve marazi felsefi müdahaleleriyle özgün bir roman… Ve mükemmel bir final. Tokarczuk, şüphesiz üstün yetenekli, orijinal bir yazar.”
– The Wall Street Journal
“Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde, şiddetli, heyecan verici ve özel, neredeyse tarifsiz; uzun zamandır okuduğum varoluşçu romanlardan en yenilikçisi.”
– The New Yorker
“Bazen bir birinci şahıs anlatısının açılış cümlesi, anlatıcının kişiliğini öyle iyi yansıtır ki, tüm zamanınızı onunla geçirmek istersiniz. Bu roman için de bu böyle… Hoyrat güce meydan okumak için ne gerektiğine dair dikenli ve yıkıcı bir hikâye.”
– Boston Globe
“Olga Tokarczuk olağanüstü yeteneği, zekâsı, ‘derin romanları’yla ekolojik ve politik meselelere odaklanıyor, mücadeleyi bırakmıyor. Bahisler daima yüksek, Tokarczuk tekrar tekrar anlatıyor ve cepheyi terk etmiyor.”
– HuffPost
Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde Kitaptan Alıntılar
1. "En iyi sohbetler kendinizle yaptığınızdır, en azından bir yanlış anlaşılma olmaz."
2. "“Biliyor musunuz, bazen kendimiz için ürettiğimiz bir dünyada yaşıyormuşuz gibi geliyor bana. Neyin iyi, neyin kötü olduğuna biz karar veriyoruz, kendimize anlam haritaları çiziyoruz… Sonra da, tüm yaşamımızı kendimiz için planladığımız şeyle mücadeleetmekle geçiriyoruz. Sorun şu ki her birimizin kendi uyarlaması olduğundan, insanlar birbirini anlamakta zorluk çekiyor.”"
3. "Tanrı insanı mutlu ve zengin yarattı, ancak kurnazlık masumu fakirleştirdi."
4. "Çünkü en iyi sohbetler kendinizle yaptığınızdır. En azından bir yanlış anlama olmaz."
5. "Nasıl bir dünya bu? Birinin gövdesi ayakkabı, köfte, sosis veya yatağın önüne serilen halı oluyor, birinin kemikleri çorba yapmak için kaynatılıyor… Birinin karnından ayakkabılar, kanepeler, çantalar yapılıyor, birinin kürküyle ısınılıyor, birinin eti yeniyor, küçük parçalara bölünüp, yağda kızartılıyor. Dahice felsefelere ve teolojilere birçok düşünce uygulanmış olmasına rağmen, bu felaket, bu kitle katliamı, zalimce, ruhsuz, otomatik olarak , vicdanlar sızlamadan, bir an bile düşünmeden sahiden de gerçekleşiyor mu? Öldürmenin ve acının ilke olduğu nasıl bir dünya bu? Bizim neyimiz var?"
6. "Hapishane dışarıda değildi, her birimizin içindeydi. Belki de onsuz nasıl yaşanacağını bilmiyorduk."
7. "Çünkü en iyi sohbetler kendinizle yaptığınızdır. En azından bir yanlış anlaşılma olmaz."
8. "Zira dünyanın en küçük parçası bile ıstıraptan yapılmıştır."
9. "Uzun yıllar süren mutsuzluk, kişiyi ölümcül bir hastalıktan daha çok yıpratır."
10. ""Tanrı insanı Mutlu ve Zengin yarattı, ancak kurnazlık masumu fakirleştirdi.""
11. "Hapishane dışarıda değildi, her birimizin içindeydi. Belki de onsuz nasıl yaşanacağını bilmiyorduk."
12. "Herkes yararlı şeylerden kâr etmeyi bilir, ama kimse yararsız olandan elde edilecek faydaları bilmez."
13. "Ben çok güzel bir çağda yetişmiştim, şimdi geçmişte kaldı ne yazık ki."
14. "Uzun yıllar süren mutsuzluk, kişiyi ölümcül bir hastalıktan daha çok yıpratır."
15. "Her şey geçer. Akıllı insan bunu başından beri bilir ve pişman olmaz."
Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde Kitap İncelemeleri
Kitabı bitirdiğim gibi aklıma ilk gelen İlber Ortaylıdan "Çok cahilsin keşke ölsen" cümlesi geldi. Sadece cahili çıkartıp insanı koyarak tabi.. Tüm kitap boyunca insanlığımdan utandım(!)
Roman, hayvanların öldürülmesine karşılık insanların öldürülmesini ciddi bir teklif olarak sunuyor. Bu da okuru oldukça düşündürücü ve ürkütücü bir gelecek tahayyülüne sevk ediyor.
İnsan ve hayvanlar arasındaki orantısız güç ilişkisinin sorgulanması, insanoğlunun bencilliği, hayvan hakları, astroloji hop bir blake göndermesi, öyle göstere göstere masaya yatırılıyor ki pulluğu ölülerin kemikleri üzerinde ite kaka sürüyorum resmen :)
"Çok iyi bir kadınsınız. Her şeyi içselleştiriyorsunuz" deniliyor başkarakterimize. Aslında romanın temel çatışmasını da ortaya koyuyor. Böceğinden geyiğine, çalı çırpısından ormanlara dek insanın tahakkümünde zarar gören tüm canlıları içselleştiriyor.
Yazarımız 2018 Nobel edebiyat ödülü'nün sahibi olup kitabın ismi de William Blake dizesidir. Yazarımız ve eserdeki başkarakterimiz de pek hayran kendilerine.. Yazarın basit ve yalın bir dili var.
Büyük bir beklenti içerisinde okumaya başlamıştım.. Tam anlamı ile karşılamadı.. Ama yine de kütüphanemde benim için hep özel kalacak bir kitap..İlk kez birlikte aynı kitabı okuyup aynı satır altlarını çizdiğim, özel bir insanın seçiminden dolayı..
Keyifli okumalar dilerim..
Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde, Polonya’nın Çekya sınırına yakın ücra bir kasabasında tek başına yaşayan, astrolojiyle ilgilenen ve Blake çevirileri yapan (ki kitabın adı da burdan geliyor) bir kadın karakter ve yaşadığı kasabada işlenen cinayetleri anlatıyor. Aksiyon dolu ya da sonuyla sizi çok şaşırtacak bir polisiye değil ancak yazarın derdi de böyle bir eser ortaya çıkarmak değil. Olga Tokarzcuk, kendi dünya görüşünü ve dünya düzenine, sisteme, insan denen bencil varlığın tutarsızlıklarına öfkesini sıradışı ve mistik bir karakterle ortaya koymuş. Yazarın tarzı herkese hitap etmeyebilir ama ben fikirlerini çok sevmem bir yana, üslubunu ve anlatım tarzını da çok beğendim. Hem edebi hem düşünsel anlamda tatmin edici bir eser. O yüzden çağdaş eserlerden hoşlanan herkesin en azından incelemesini tavsiye ederim. Çok fazla kişisel yorum yapmamaya çalışıyorum genelde ancak, kitap bana 1 sene Ağrı’da bakmaya çalıştığım ve öldürülmesinler diye uğraştığım köpeklerle ilgili sanırım hiç unutamayacağım zamanı hatırlattığı için de benim için ayrı bir yere sahip. ‘Pis’ bulduğu için başka bir canlıyı öldürmeyi kendine hak gören bencil insan, onun arkasını kollayan yerel yönetim, kamera kayıtlarını yok eden sistemin çarkları ve delil karartmakla daha çok meşgul adalet(sizliğ)in çarkları her yerde aynıymış.
Kafamı epeyce karıştırdı bu kitap. Sevdim, hatta epey sevdim. Bir defa, bu nasıl bir atmosfer yaratma becerisidir? Kitap boyunca kendimi kar altında kalmış o ıssız Polonya köyünde, o yalnız kulübenin içinde hissettim.
Derdi güzel. Hayvanlar ve aslında tüm doğa üzerinde kurduğumuz bu haksız tahakkümü odağına alıyor. Yaşamak için insanın diğerlerine acı çektirmesinin zorunlu olduğunun öğretildiği, kesilmiş hayvan gövdelerine bakarken bir an olsun düşünmemize fırsat vermeyen sisteme yönlendiriyor düşüncelerimizi. Ve bunu yaparken insan türünün kendi uydurduğu anlam haritalarında nasıl da yolunu kaybettiğini sorguluyor. Ve tüm bunları akıcı, kolay okunan bir dille anlatıyor.
Kafamı karıştıran kısımlara gelecek olursam..Birincisi, kendimi çok sık metin tarafından dışarı atılıyormuş gibi hissettim. Bu kitaptan çok çeviriyle ilgili bir sorun sanıyorum. O yüzden yarısını okuyup sonra dinleyerek bitirdim.
İkincisi, günün sonunda kitabı sevmiş olmama rağmen, edebi olarak bir nefaset olduğunu söylemekte zorlanıyorum. Çünkü çok fazla mesaj verme kaygısı olan cümle var. Kurguda amaçla araç birbirine girdiğinde okuma keyfim enseden tokat yemiş gibi oluyor.
Ve kitabın sonu..Biraz bu ne perhiz bu ne lahana turşusu gibi bitmemiş mi? Doğal olmayan hayvan ölümlerini bunca anlatıp, ölümün meşrulaştırılmasına bunca atıfta bulunduktan sonra insan ölümünü meşruymuş gibi göstermesi biraz tuhaf olmuş. Bunu ahlaki bir kaygıyla söylemiyorum, kurgu bir kitabın içinde onlarca insan öldürülebilir, ama bunun önceki yazılanlarla bu kadar ters düşmemesi gerekir bence.
Niyetlenen keyifle okusun.
#neşetaluyyüce çevirisi
#barışşehri kapak tasarımı
Yazar insanların hayvanlar üzerindeki orantısız gücünü sorguluyor bu kitapta. İnsan kendini rahatlıkla diğer canlıların üstünde konumlandırıyor. Öyle bir üstünlük ki bu onları sınırsızca öldürme hakkını veriyor insanlara.
19. yy öncesine kadar hayvanlar ve insanlar dünyanın merkezindeler, insan ve hayvan arasında metaforik ilişkiler kuruluyor, Eski Yunan’da 12 ayın her birini bir hayvan temsil eder
Homeros İlyada destanında savaş meydanında bir askerin ölümünü sonra da bir atın ölümünü aynı şekilde betimler.
Kuramlar değişince insanlar ve hayvanlar arasındaki bu ilişki de değişti. Ruhu bedenden ayırıp, metaya dönüştürünce Bir makineye indirgendi hayvanlar da.
İşte yazarımız bu dönüşümü, bu sınırları işliyor kitabında. “Gerçek yaşlandı ve bunadı; ne de olsa, her canlı organizma gibi kesinlikle aynı yasalara tâbi – yaşlanıyor… Apoptoz, maddenin yorgunluğu ve tükenmesiyle gelen doğal ölümdür. Yunancada bu sözcük ‘taç yapraklarının dökülmesi’ anlamına gelir. İşte dünya da taç yapraklarını döktü.” Diyor.
Kitapta baş karakter astrolojiyle ilgilenen yaşlı bir kadın. Çevresinde “avcılık” adı altında zevk için hayvanları öldürenler için düzenli olarak polise şikayet mektupları yazıyor. “Deli kadın” diyorlar ona.
Daha sonra avcılar birer birer ölü bulunuyor. Hayvanlar intikamını mı alıyor insanlardan? Mümkün mü bu? Bir polisiye, kara mizah romanı.
Konu güzeldi, sizi bazı konularda düşündürtüyor ama anlatım oldukça basit ve sıradan. Kitaptaki tek edebi yan Blake’ten alıntılar. Bir daha okur muyum bu “Nobel ödüllü” yazarı? Okumam.
Köy hayatı demek tüm hayvanları görmek demek ve tüm ölümleri de… ölmüş bir yılan ölmüş bir tavşan ölmüş bir sansar, zehirlenen köpekler kediler… merhametli insanların yanında merhametsiz insanlar mutlaka vardır bir canı can olarak görmek yerine canı almayı kendine hak gören caniler her yerde vardır. Yaylada yaşayan emekli öğretmen de her türlü hayvan ölümlerine ses çıkartıyor ama onu dinleyen olmuyor şikayetleri önemsenmiyor madem öyle hayvanlar intikam alsın diyor ve bizleri çarpıcı bir sona sürüklüyor çok güzel oluyor olması gereken oluyor. Kitap beni çocukluğuma götürdü bir çok hayvanı görmüş, sevmiş olmanın sevinç ve hüznünü yaşattı.
Köyde gördüğüm, canice öldürülmüş bir hayvanı anlatacağım; arkadaşlarla akşam toplandık köyün dışında oturan bir arkadaşın evine gidiyorduk köyün çıkışındaki son eve geldik içeriden bir eşek avaz avaz bağırıyor canı o kadar yanıyorki hayvanın acısı dile geliyor hepimizin içi ürperdi bir tuhaflık var diye anlamaya çalışıyorduk yerde kan izlerini gördük her yer kan. Zaten gideceğimiz yol orası evler bitti dağa doğru çıkan yolun başında kan izlerini takip ettik arkada eşeğin acı çığlıkları bir an bile susmuyor hayvan. Kan izleri yolun kenarında bitti maalesef bitti hiç bakmasaydık dediğimiz bir an; eşeğin yeni doğmuş yavrusunu kesip atmışlar arkada eşeğin çığlığı daha ağır geldi o kadar ağırki kımıldayamadık asla unutmadığımız bir gece oldu o anne eşek hep yavrusu için acı çekti bağırdı… hayvanlar intikam almasında kim intikam alsın!