Tüm kitapları ücretsiz okuyabilir veya indirebilirsiniz! Ayrıca son kitabımız İlahi Rezonans artık raflarda! İncelemek için:

Otların Uğultusu Altında - Şükrü Erbaş | Detaylı Ücretsiz Kitap İncelemesi

Otların Uğultusu Altında Kitap Bilgileri


Yazar: Şükrü Erbaş
Tahmini Okuma Süresi: 2 sa. 23 dk.
Sayfa Sayısı: 84
Basım Tarihi: Şubat 2024
İlk Yayın Tarihi: Ocak 2019
Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi
Orijinal Dil: Türkçe
ISBN: 9786052984277
Ülke: Türkiye
Dil: Türkçe
Format: Karton kapak


Otların Uğultusu Altında Kitap Tanıtımı


Eskiden, çok eskiden

Tanrımız yoktu. Korkumuz yoktu.

Günahımız yoktu. Yapraklar gibiydik.

Öpüşler gibiydik. Köpükler gibiydik.

Yapamadık. Güzellik boğdu

İyilik zayıf düşürdü hepimizi.



İçimizden birisini göklerin ardına gönderdik.



Şimdi hepimiz huzurla birbirimize kötülük ediyoruz.

Şimdi hepimiz korkuyla acımızı seviyoruz

Şimdi hepimiz dünyayı bir tanrıya değiştik

Şimdi hepimiz cehenneme dua ediyoruz.




Otların Uğultusu Altında Kitaptan Alıntılar


1. "Dünyanın bütün çiçekleri gamzelerinde açıyor."




2. "Ben, yüreğini yitirmiş bu zamandan korkuyorum."




3. ""Ne demek biliyor musun bir insanı sevmek
Birden dünyada kötü insan kalmıyor""




4. "Ben yüreğini yitirmiş bu zamandan korkuyorum."




5. "İncinme değil bu
Öfke değil
Ah! değil.
Ötesi... çok ötesi.
Tam bir yürek çöküntüsü
Ruhun taşa dönmesi
Aklın büyük yalnızlığı.
İnsana olan inancını yitirme!"




6. "Ne demek biliyor musun bir insanı sevmek
Birden dünyada kötü insan kalmıyor"




7. "Ne demek biliyor musun bir insanı sevmek

Birden dünyada kötü insan kalmıyor."




8. "“Dünyanın bütün çiçekleri gamzelerinde açıyor.”"




9. "Sevmek neden bu kadar yıkıcı."




10. "Taşların taşlarla konuştuğu bu yalnızlıkta
İnsan üzüntüden başka nedir ki..."




11. "Hangi hayal hangi hatıranın yerini tutar?
Bir gövdeden ötekine gölgelenen zamanlar
Ey çaresizlikten yapılmış yaşama bilgisi
Taşların taşlarla konuştuğu bu yalnızlıkta
İnsan üzüntüden başka nedir ki..."




12. "İnsanlara ulaşabilseydin
Birisi yarasına basardı seni
Belki sen birisini severdin."




13. "Ne olurdu kokunun da fotoğrafı olsaydı?"




14. "Sözlerimi toparlıyorum usul usul
Dünya, seni sevdiğim dünya değil."




15. "︎




















︎"





Otların Uğultusu Altında Kitap İncelemeleri


Şükrü Erbaş!
Kendisiyle henüz taptaze (16 Ocak 2022 Nusaybin Bênav Cafe) görüşme ve tanışma şansına sahip oldum. Saygının en safta yer aldığı varlığıyla, kendisinden nice şiirler dinledim, hissettim, yoğruldum…
Kalemiyle acının üstadı olarak nitelendirdiğim Erbaş, “Otların Uğultusu Altında” adlı kitabı ile her daim benim açımdan orijinaldir keza ne yeri doldurulur ne de başka bir kitapla mukayese edilir. Zira, evimin içindekilerini, tüm yaşanmışlıklarımı kim Erbaş’a söyledi de bunu kaleme alıp kitaplaştırmış, nasıl olur da her satır, her cümle, tüm harfler de kendimi görüyor, beni bu kadar eşitliyor, etkiliyor…
Her sayfayı çevirdikçe aheste aheste düşündüm ve okudum, okudukça da tekrarlara sığındım, hissettikçe günaha girdim, özledikçe toprağın kokusunu tane tane tüm ruhuma dokundurdum. Kokunun fotoğrafını hatıralarımda aradım, aradım, aradım…
Sesin, boşluğun, dokunuşun…fotoğraflarını bayat bir yaşamdan çıplak benliğime yapıştırdım. Oysa bir kez daha, birer kez daha öğrendim ki sadece acıyla besleniyormuşuz. Hatta ve hatta anlam verdiğimiz tüm kelimelere ait olan her şey de bile yalnızca acı olduğunu.
Erbaş, Erbaş, Erbaş…
Bu kitabıyla; ne çok suskunluk bıraktırdı, yoğun elemi zindeleştirdi, hem arada kalmışlık, biraz hiçlik, çok nedensizlik ve nereye gittiğini bilmemezlik…okudukça duygudan duyguya büründüm, uçmayı unutan bir kuş olup kanatlandım, yine kanlandım, yine kederlendim…
Bu alıntı ile kapatıyorum:
“Babam otuz beş yıldır gelmiyor
Annem otuz beş yıldır ölüme inanmıyor.”




Hissettiğim bir şey var içimde. Dans ediyor kelimeler. Gördüğüm, görmekten kaçındığım, konuştuğum ve daha çok sustuğum ne varsa çıkmaya yer arıyor.

Tuttukça sızı, tuttukça yalnızlık...

Ve mecbur bırakıyorum kelimeleri.
Yazan benim ,taşan gönlüm.
Susan benim , konuşan içim.

Meşhur olma hevesinden öte hayalleri olan şairlerin şiir yazma sürecini böyle hissediyorum. Kelimelere ahenk katmak, ne hoş bir meziyet. Hele ki insan olmanın sancısıyla dökülüyorsa kelimeler öyle güzel dokunuyor ki hissedebilene.

Aslında hayatımın hiçbir döneminde şiir okuyucusu olmadım. Nasıl oldu, nerden geldi bilmem bi anda ihtiyaç hissettim ve nasibimiz Şükrü Erbaş oldu. İyi ki olmuş. Sızısını sevdim, sızısını kelimelere döküşünü sevdim. Hep yalnızlıktan dem vurmuş Erbaş, şiiri de en merhametli yalnızlığı saymış. Yazarak kalabalık olmuş , yazarak yalnız.
İki satırlık söz, nasıl da heybetli. Az söz, ne çok anlam.
İnsanın değer kaybedişi, dünyanın hali,
hırs, zulüm, keder, çocuklar...
Ve Neşet Ertaş.
“Ses ezgin, ses saygılı, ses büyük, ses kahır. Yüreğin bütün heyecanlarıyla çarpıyor ses.”
Ne güzel anlatılmış, Açtım Gönül Dağını, dinleyerek okudum. Hem ses hem söz. Müthiş mutluluk...

Bir yazan olmasaydı bizi, nasıl seyredecektik halimizi. İyi ki yazılmış şiirler, iyi ki okuyor birileri. Okuyalım, güzelleşelim...





Şiir okumayı seven biri olarak, şu ana kadar onu nasıl keşfedememişim diye kendime kızıyorum. Metaforlar ve istiareler zekice yazılmış. Bir kelimenin, kavramın vurguladığı anlam ne gün gibi açık seçik ortada; ne de şairin yalnızca kendisinin anlayabileceği kadar öznel, kapalı. Evrensele hitap eden şiirler. Bir kişiyi değil; koskoca dünyayı, herkesi, bizi, ötekiyi anlatan şiirler. Yaşamın, ölümün, hevesin, yoksulluğun, acının, o kalabalık yalnızlığın şiirleri... Şiir böyle olmalı. Şairine has değil, kişiye hitap eden, herkesi kapsar nitelikte olmalı. Şiiri şiir yapan temel husus budur. Hitap ve kitle meselesi.
Özellikle şiirlerde öznellikten, aşktan, siyaset ve tarihten bıkanların, ikinci yenici akımını özümseyenlerin oldukça zevk alacağını düşünüyorum. Ayrıca şiire karşı ön yargılı olanların, ön yargılarını yıkacak bir kitap. Zira okurken her satır üzerine dakikalarca düşündüm ve en sonunda elde ettiğim anlamlar karşısında şaşırıp, dili ve dili örterek dert anlatma yeteneğinden ötürü şaire tekrar ve tekrar âşık oldum.

"Ne olurdu kokunun da fotoğrafı olsaydı
Sesin fotoğrafı. Boşluğun fotoğrafı.
Parmak uçlarımdaki karıncanın
Ruhtaki üşümenin...

Ölüm kimseyi bu kadar yalnız bırakmazdı."

Bunu okuyup da aklına ölen bir sevdiği gelmeyen yoktur kanımca. Şair ne güzel anlatıyor, yokluğunun, boşluğunun bile elle tutulur olma, somutlaştırılma arzusunu.




"Ölüm... kapım ardına kadar açık"

"İnsan seni yaşadıktan sonra Ölüm de bir aşk Ömür Hanım..."

"Hepimiz kendimizi gömdük geliyoruz."

Hani bir söz vardır: "Mezarlıktan korkanın henüz sevdiği biri ölmemiştir." diye. İnsanın en sevdiği ölünce mezarlık onun gerçek vatanı olurmuş ben bu kitabı okuyunca bunu daha iyi anladım.
Çok etkiledi beni bu kitap.Bunu Şükrü Erbaş'ın diğer kitaplarından müstesna tutabilirim. Şiirler öylesine samimi, öylesine yürekten yazılmış ki -aslında yazılmamış yazdırılmış gibi- Yürek yangınının kağıda mısralar halinde dökülüşü...
Şiirlerinin tamamının üzerine bir hüzün örtüsü çekilmiş, dört bir yanı yalnızlıkla sarılmış, gam rüzgarlarında savrulmuş...
Bir mezar taşına yaslanmış bir çaresizin feryadı, acısı, yer yer isyanı ve ancak ölüm denilen vuslatla erebileceği bir sonu sabırsızlıkla bekleyişi...
Yazılanların tamamına yakınında kısa bir süre önce hayatını kaybeden Ömür Hanımın ya sözleri var ya da takılı kalmış gözleri...O unutulmaz bakışları her sözünde capcanlı duruyor.
Bir düşünürün dediği gibi : " İkimiz de öldük ama sadece onu gömdüler."
İnsan ömrünün yarısını yitirince hep yarım yaşıyor ve ona kavuşacağı ânı bekliyor.
Çoğu okuduğunuz şiirde bir Şükrü Erbaş olup Ömür Hanım için yas tutuyorsunuz, gözyaşı döküyorsunuz ve onun samimiliğine, onun yüreğine, onun hiç bitmeyecek, bu dünyayı da aşan sevgisine gönülden inanıyorsunuz. hararetle okumanızı tavsiye ederim. Ben çok sevdim...




yaşamın saklı bahçelerine kısa bir yolculuk.. gribin iyileşsin diye bir yudum suyla yutkunduğun turuncu bir vitamin; şiir de bu demek değil mi?
hayatın korkunç dehlizlerinde tırnaklarınla deştiğin topraktan, gözyaşlarıyla çiçekler büyütmek her insanın harcı değil. ve tevafuk o ki, aynı dehlizlerde çiçeklerin için türkü söyleyen şairleri bulmak kolay değil. biz güzel bir şans eseri tanıştığımız şairler için ömür boyu minnettar olan insanlarız..
acı, hayat, merhem, umut, öfke, sevda, kan gülleri, direniş ve ne varsa yaşamını oluşturan tek tek bütün harfleri şefkatli bir annenin dokunuşları gibi işliyor şair. kuş tüyü hafifliğinde ve bir o kadar ağır.. unutmuyor seni, okşadığı yarayı umut menevişleriyle kapatıyor bakın;
”Kadınsanız, emekçi bir kadınsanız, başkalarının hayatından mutsuzluklar edinmiş bir devrimci kadınsanız, etiniz iğde çiçeklerini unutmuşsa... geri çekilmek yok, ne münasebet! Biz, direncini kendi hayatından, yoksulluğundan, acılarından üreten, insan soyunun en güzel insanlarıyız. Elbette sevgimizi de kendi cehennemimizden yaratacağız; doğayı ve emeği bir harf bile unutmadan..”
son olarak.. toprağı bol olan ölüler değil, diriler olmalı. ayağımızı bastığımız yer, yumruğumuzu sıktığımız, kan gülleri büyüttüğümüz, umudu rahminden dirilittiğimiz yer.. toprağımız bol olsun, yani umudumuz..



Tüm kitapları ücretsiz okuyabilir veya indirebilirsiniz! Ayrıca son kitabımız İlahi Rezonans artık raflarda! İncelemek için: