Heba Kitap Bilgileri
Yazar: Hasan Ali Toptaş
Tahmini Okuma Süresi: 10 sa. 39 dk.
Sayfa Sayısı: 376
Basım Tarihi: Ağustos 2016
İlk Yayın Tarihi: Kasım 2014
Yayınevi: Everest Yayınları
Orijinal Dil: Türkçe
ISBN: 9786051850313
Ülke: Türkiye
Dil: Türkçe
Format: Karton kapak
Heba Kitap Tanıtımı
İnceldiğinde, çeşitli sebeplerle delindiği de olur uykunun. Ne
bileyim, bazen zihnimizdeki sivri uçlu bir hatıra deler onu; bazen
henüz hazmedemediğimiz bir sözün acısı, bazen kolu bacağı
aklımızın dışında kalan bir düşünce yahut bir duygu, bazen de
etrafımızda olup biten, bizim fark edemediğimiz meçhul bir şey deler.
İşte o vakit delinen yerden içerisi görünmez ama dışarısı görünür.
Hakikat oradan gerçekte olduğu gibi görünmez tabii; uykunun sisi yüzünden, kendisinin biraz berisinde yahut gerisinde görünür.
Sise benzemeyen tuhaf bir sisin içindeydi şehir. On dokuzuncu katın hizasında ben gerçeğim diyen bir güvercin kanat çırpıyordu. Binnaz Hanım'ın tombul elleri vardı. Ucu bucağı görünmeyen bir boşluğa düştü Ziya. Hışır hışır öten naylon şeritler. Te ilerde Suriye! Kaldır başını! Huoop! Yüzü çilli bir çocukluk. Efil efil tüten bir pişmanlık.
Hiç işte, hiçbir şey olmadı. Şikâyetçi misin? Değilim Komutanım.
Kolonya, limontuzu ve su. Bakma öyle karanlıkta Mensur. Aynalı
kahve. Güzel Nefise. Kim o uzaktaki adam? Tufana emanet bir dünya.
Her kötülük, bir iyiliğin içine akıyor işte...
Heba, göz gözü görmez insafsızlığın, doğruya benzemeye muvaffak olan yalanın, utanmazlığın, lincin, kıstırılmışlığın romanı.
Edebiyatın kirişlerini çatlatan büyük bir yazardan yalnızlığın, pişmanlığın, askerliğin, heder olmuş bir ömrün romanı. İpek kadar yumuşak ve ipek kadar sağlam.
Sadık okurları için yeni keşifler sunacak, yeni tanışanları sadık
okurlara dönüştürecek bir Hasan Ali Toptaş romanı...
(Tanıtım Bülteninden)
Heba Kitaptan Alıntılar
1. "''...İyi görünmek için gerekli olan malzeme gerçekten kötülük müdür bilemiyorum ama, şu yeryüzünde kötüler bazen iyilerden daha iyi görünebiliyorlar...''"
2. "Biliyor musunuz, bugüne kadar beni hiç şımartan olmadı. Belki çocukluğumda olmuştur diye bazen hafızamı yokluyor, oradaki hatıraların arasında bir müddet aç tavuklar gibi eşeleniyor ve gözlerimi çevirip sağa sola umutla bakınıyorum ama maalesef, şımartıldığıma dair küçücük bir iz bile bulamıyorum."
3. "...bir ölünün sessizliği, yeryüzünde yapılan konuşmaların topundan daha fazla ve daha derin bir şeydir."
4. "…”Bu fukaralar insanı yüce,hayvanı da aşağılık bir şey sanıyorlar.”"
5. "“Bir insanın,kendisine zulmedene gülümsemeye mecbur bırakılmasından daha beter bir zulüm olamazdı yeryüzünde.”"
6. ""İnsan yandığı vakit yürek gövdenin içinde değildir de, gövde yüreğin içindedir belki...''"
7. "“Gelecek,geçmişin bok yemesinden başka bir şey değildi zaten biliyorsunuz;ne yaparsak yapalım,bir mucize olmadığı sürece bu gerçeği asla değiştiremeyiz.”"
8. "Kelimelerin kudreti içimi göstermeye yeter mi, onu da bilmiyorum."
9. "Gökyüzü bile insana daha yakın, baksana, elimizi uzatsak dokunacağız sanki."
10. "Bende gördüğün değişikliğin birazı sendeki değişikliktir,"
11. "Her şey Allah'ın uçsuz bucaksızlığına eşit bir uçsuz bucaksızlıktır bana kalırsa; içinde bilemediğimiz ve hiç bilemeyeceğimiz, göremediğimiz ve hiç göremeyeceğimiz şeyler de vardır."
12. "İnsanız yahu, kaybetmeye de ihtiyacımız var arkadaş..."
13. "Zaman denen büyük silginin himmetine sığındım."
14. "Sessizlik onun için bir çeşit küskünlük hirkası mıydı, yoksa muhtemel saldırılara karşı kuşanılmış kalın bir zırh miydı hiç bilmiyorum."
15. "“Şimdl şöyle tavşankanı bi çay demleyelim. ../masayı da dışarı çıkaralım ve ikimiz karşılıklı oturup güzel bir kahvaltı edelim..”"
Heba Kitap İncelemeleri
Kitap tam anlamıyla adının karşılığını yansıtıyor heba olan hayatlar… Öncelikle söylemeliyim ki Hasan Ali Toptaş’ın diline hakim değilseniz şaşırıp, zorlanabilirsiniz ama aynı zamanda daha önceden okumuş olduğum Gölgesizler kitabı kadar da karışık değil.
Kitap öncelikle bir kiracının ev sahibine anahtarı teslim etmesiyle başlıyor bu kısa işlemi tam 57 sayfa yazmış yazarımız Ziya ve ev sahibi Binnaz’ın arasında geçen diyalogları okuyoruz önce Binnaz’ın heba olan hayatını daha sonra Ziya’nın olduğu bölümlere geçiyoruz buradan sonrasında hep Ziya var, çocukluğu, acıları, geçmişi… Özellikle sınır bölümünde askerlik anılarını okuyoruz ama anı mı denir acı mı bilemedim. Bu bölüm belki de askeriyede ki hiyerarşi düzeni bu düzenin içindeki askerlerin üstlerine , birbirlerine , sivil hayata karşı, içinde bulunduğu durumu gözler önüne sermiş yüreğim dayanmadı bazı yerleri okurken.
Kitapta satır satır o acıları yaşıyorsunuz kimileri çok katmanlı bulmuş kitabı ama ben sadece Hasan Ali Toptaş üslubu diyorum, bir de sizlere tam olarak içime işleyen kendimi bulduğum kitaptan alıntı satırları bırakıyorum..
‘’Biliyor musunuz, bugüne kadar beni hiç şımartan olmadı. Belki çocukluğumda olmuştur diye bazen hafızamı yokluyor, oradaki hatıraların arasında bir müddet aç tavuklar gibi eşeleniyor ve gözlerimi çevirip sağa sola umutla bakınıyorum ama maalesef, şımartıldığıma dair küçücük bir iz bile bulamıyorum.’’
Her Hasan Ali Toptaş okumaya başladığımda acaba bu sefer neyle karşılaşacağım diye meraklanırım. Çünkü kurduğu dünyalar öyle her romanda karşınıza çıkacak cinsten değildir. Bu kitap da öyle..
Hayatı heba olmuşların hikayesi.. Üç aşamalı bir olay örgüsü.. İlkin esas karakter Ziya'nın ev sahibesi olan Binnaz Hanım'ın yoklukların içinden varlığa uzanan hikâyesini okuyorsunuz.
İkinci hikaye Ziya'nın köy yaşamı..
Üçüncü ve asıl hikaye ise Ziya'nın askerlik hayatı.. Güneydoğu'da önce Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde acemi birliğinde komutanlardan dayak ve işkence ile eğitilen ana kuzularını görür ve içimiz parçalanır. Sonrasında ise Suriye sınırında kaçakçılarla mücadele adı altında zulüm ve haksızlıklara tanık oluruz. Bu haksızlıklara hem askerler hem de ekmek kavgasında olan kaçakçılık yapan gariban köylüler maruz kalır. Yazarın kendi deyimiyle "Bir değirmen ki başında kepi mi var, poşusu mu var demeden insanları gürül gürül öğütüp duruyor işte..." Kaçakçıları öldürürken kutlama yapan komutanları okurken aklıma ülkenin utanç sayfalarından biri olan Roboski Uludere katliamı geldi. Bazen gözüm doldu okurken bazen içim parçalandı.
Yazarların sosyal sorumluluğa sahip en üst seviyede kişiler olduğunu ve bunları eserlerinde işlemeleri gerektiğini düşündüğüm için yazarın böyle bir can alıcı konuyu ele almasını takdirle karşıladım. Tüm olaylarda hümanist bir yaklaşımda olan Ziya da takdire şayan..
Başlangıcında ‘ne okuyorum ben’ ortalarında ‘dur bakalım, bir şeyler çıkacak galiba’ sonlarına yaklaştığımda ‘hadi Tahir, başarabilirsin, bitirebilirsin’ ve sonlarına geldiğimde ‘Ama yaaa; böyle mi bitmeliydi, ne yaptın böyle Hasan Ali Toptaş?’ dediğim karışık hisler yaşatan bir kitaptı...
Bazı yerleri hani bir film izlerken müstehcen bir sahne çıkar da gözlerinizi kapatırsınız ya; işte öyle gözlerinizi kapattıracak cinsten argolar, küfürler, müstehcen kelimeler barındırıyordu. Bazı yerleri ise korkudan ve gürültüden kulaklarınızı tıkayacağınız cümleler içeriyordu. Ziya’nın kırk küsûr yıllık yaşamının anlatıldığı eserde, yazar ve severleri alınmasın ama askerlik kısmına çok fazla yer verilmesi biraz beni sıktı açıkçası. Elbette bu şahsî fikrim. Gerçekten kişisel olarak söylüyorum, o kısımları okurken çok yoruldum. Eser baştan 319.sayfaya kadar çok yeknesak iken; 319’dan sonra hareketlendi, kıvam buldu benim için. İşte 319.sayfadan sonrası, yukarıda da ifade ettiğim gibi: “Ama yaaa; böyle mi bitmeliydi, ne yaptın böyle Hasan Ali Toptaş?” dedirtti yani...
Toptaş’ın üslûbunu bu 6.kitabı olmasına rağmen kavrayabilmiş değilim. Her defasında karışık hisler yaşatıyor bana. Kelimeler, tasvirler, daha önce duymadığım argolar, teşbihler, mecazlar ağzımı açık bırakıyor. Mesela ‘uyku delinmesi’ tasvirine bayıldım. Minnet anlatımı, acı, geçmiş anlatımları çok hoşuma gitti. Edebiyat zevk alanı ve HAT, acıyla karışık zevki çok ustaca veriyor.
Hasan Ali Toptaş okumaya devam edeceğim.
Tam bir Hasan Ali Toptaş kitabıydı. Onun kaleminin şahsına münhasır özelliklerinin neredeyse hepsine tesadüf ediliyordu. Toptaş gerçeküstücü bir yazar; rüya, düş, gerçek, fantastik öğeler, alegoriler... Bunları da eserlerinde kullanıyor. Burada da bunlar vardı.
Özellikle sonu fevkalade idi... Bir an Gölgesizler'e devam ediyormuşum gibi hissettim. Tabii Toptaş'ın bu tarzı her okurun beğenisini kazanacak diye bir durum da yok. Hatta belli bölümlerde ben de çok içime sinerek okumadım. Ancak Toptaş romanlarında itiraz edilmeyecek bir şey varsa o da kelimelerin gücüdür. Sanki bir yağmur yağıyormuş gibi doğal, seri ve güzeldir Toptaş cümleleri. En sıkıcı konuyu bile anlatırken onun kelimelere hükmetme kaabiliyetine şapka çıkarabilirsiniz. Heba'da da bu vardı. Bazı yerlerde sıkılıyor gibi olduysam da eserin akışkanlığını kaybetmediğini de gördüm. Özellikle 'sınır' adlı bölüm -ki en uzun bölüm olması ve neredeyse bir roman bile sayılabilecek kadar hacimli olmasına rağmen bence en etkili bölümdü.
Toptaş, küçücük bir çocukken istemeden de olsa bir kuşu sapanla vurup öldüren ve ömrü boyunca bunun vicdan azabını duyan Ziya'nın hikayesini anlatıyor burada. Sadece onun değil tabii ki, heba olup giden nice canın da hikayesi var.
Ezcümle, Heba ilk defa Toptaş okuyacak birine tavsiye edilir mi bilemedim lakin Toptaş okurları için oldukça ideal bir roman.
Delinmiş bir uykunun rüya ile karışık gerçekliğinden sesleniyor bize Hasan Ali Toptaş. 42 yıllık bir rüya gibi Ziya'nın yaşadıkları.
Her şey bir kuşu istemsizce öldürmesiyle başlıyor. O kuş sanki farklı farklı kılıklara girerek bir ömür yakasını bırakmıyor ve o kuşun lanetiyle yaşıyor Ziya. Ara ara karşılaştığı yüzlerde, canlılarda o bakışları görüyor hep. İnce bir çizikle oluşmuş derin bir yara gibi dışı kapansa da içi hep yaralı kalıyor.
Kitabın uzunca bir bölümünde sınırda yaptığı askerlik görevi anlatılıyor Ziya'nın. Tamamı fakir çocukları olan koğuşlarda ağır şartlarda verilen yaşam mücadelesi, ölümün sınırında yaşamlar, kurulan sıkı dostluklar ve bu dostluklardan biri olan Kenan.
Ziya ilerleyen yaşlarında şehir hayatının boğuculuğundan kaçıp gelecektir doğanın kollarına, Kenan'ın köyüne. Bir köyün insana dışardan şirin geldiği kadar içerden ne kadar acımasız şartlara sahip olabileceğini de böylece öğrenir Ziya.
Hasan Ali Toptaş her zaman ki gibi yine taşrada oluşturmuş karakterlerini. Karakterler hem o kadar içimizden, çevremizden hem de bir o kadar uçuk kaçık hallerdeler.
Sadelik ve karmaşayı nasıl bu kadar içiçe verebildiğine hayret ediyorum bazen.
Yine romanda en beğendiğim kısımlar ara ara zamanda sıçramaların yaşandığı kısımlardı. Hani insan kendini hayallere kaptırır da bazen içinde bulunduğu zaman ve mekanı unutur aniden kendine gelince kısa süreli bir şok yaşar ya. Ben bu romanı okurken de bu tarz sıçramalar oldukça fazla yaşadım. Aslında yazar birçok kitabında bu stili kullanıyor ve ben özellikle bu yönünü seviyorum.