Hay bin Yakzan Kitap Bilgileri
Yazar: İbn-i Sina
Tahmini Okuma Süresi: 4 sa. 52 dk.
Sayfa Sayısı: 172
Basım Tarihi: Haziran 2024
İlk Yayın Tarihi: Haziran 1996
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Orijinal Dil: Arapça
ISBN: 9789753634755
Ülke: Türkiye
Dil: Türkçe
Format: Karton kapak
Hay bin Yakzan Kitap Tanıtımı
9. yüzyılda Yunancadan Arapçaya çevrilen "Salaman ve Absal" öyküsü, başta İbn Sina'nın "Hay bin Yakzan'ı olmak üzere, birçok İslam düşünürünün yapıtlarına kaynaklık etti. Genellikle alegorik öyküler ya da öykümsü anlatılar olan bu yapıtlardan sadece biri, roman boyutlarına ulaştı ve bütün benzerlerini gölgede bıraktı: 12. yüzyılda Endülüslü İşraki düşünür İbn Tufeyl'in yazdığı "Hay bin Yakzan" ya da "Esrarü'l-Hikmeti'l-Meşrikiye".
Bu ilk "felsefi roman" ve ilk "robinsonad", Tanpınar'ın deyişiyle 'Müslüman aleminin tek romanı', 14. yüzyıldan başlayarak bellibaşlı Avrupa dillerine çevrildi; Defoe, Bacon, Spinoza ve More gibi pek çok düşünür ve sanatçı üzerinde etkili oldu. Doğu, özellikle Osmanlı ise İbn Tufeyl'e ve yapıtına ilgisiz kaldı: Üzerindeki "Hay bin Yakzan" etkileri özel çalışmalara konu olan "Robinson Crusoe" defalarca Türkçe'ye çevrildiği halde, "Hay bin Yakzan, dilimize kazandırılmak için 1923 yılını, kitaplaşabilmek için de 1985 yılını bekleyecekti.
Bu yeni ve genişletilmiş baskıda, İbn Tufeyl'in "Hay bin Yakzan"ına ek olarak -M.Şerefeddin Yaltkaya'nın çevirisi ve İslam dünyasında alegorik öykü geleneğinin tarihçesini ve düşünsel arkaplanını aktardığı giriş yazısıyla İbn Sina'nın "Hay bin Yakzan"ı da yer alıyor.
Hay bin Yakzan Kitaptan Alıntılar
1. "İnsan, akıl nuruyla aydınlanmadıkça, kendi nefsini göremez."
2. "Bir'in bütün sayıların nedeni olması gibi, ilk ilke, ilk neden de varlığın nedenidir."
3. "“Evren, "akıl"dan başlamış ve "akıl" ile yetkinliğine kavuşmuştur.”"
4. "Kuşku duymayan kişi bakmaz, bakmayan görmez, görmeyen kör ve şaşkın kalır…"
5. "“Bilgiyi ve krallığı, yetkin ve tam olan yücelerden iste... Eksiklikler, yalnız eksiklikleri verebilirler!"
6. "Gördüklerini kabul et, söylentileri bırak
Güneşi görenin Zühal'e ihtiyacı kalmaz…"
7. "İnsanın akıl ve ruhundan başka güçleri maddeden soyutlanarak varlığını devam ettiremedikleri için, bunlar hakkında Arapçada uzaklık anlamı belirten "şeytan" sözcüğü kullanılmış, bunlara "şeytan" denilmiştir."
8. "Evrenin kendi kendine var olması mümkün değildir. Onu var edecek bir Özne, Yaratıcı bulunmalıdır. Bu Özne'yi beş duyu ile algılamak olanak dışıdır. Çünkü, duyularla algılanabilecek bir şey, cisimlerden bir cisim, bu nedenle de evrenin parçalarından bir parça olacaktır kaçınılmaz olarak. Dolayısıyla, bir yaratıcıya muhtaç olacaktır. O yaratıcı da üçüncü bir yaratıcının varlığını zorunlu kılacaktır. Bu zorunluluk zinciri, sonsuza kadar sürüp gidecektir. Oysa bir şeyin sonsuzca sürüp gitmesi mümkün değildir. Buna göre evren için, cisim ve cisimsel olmayan bir Yaratıcı gereklidir. O Yaratıcı, cisim olmadığı için, duyular yoluyla algılanması söz konusu olamaz. Çünkü duyular, ancak cisimleri ve cisimsel olan nitelikleri duyumsayabilir…"
9. ""Bir bilimi öğrenmekte olan kimse, o bilim üzerine yazılmış bir kitabın anlamını olduğu gibi kavradığı zaman, kendisinin o güne değin bulunduğu diğer bir düzeyde kalması mümkün değildir.""
10. "İnsanın, aldığı iyi eğitim yardımıyla erdem kazanmaya yetenekli duruma gelmesine, kötü eğitim nedeniyle de aşağı düşme tehlikesine işarettir.Yaradılıştan gelen huylar, bilgi ve bilimlere karşı doğal ve yaratılıştan yetenektir. Sonradan ortaya çıkan huylar da mantık yardımıyla kazanılan, edinebilen güçlerdir."
11. "İnsanlar, kendileri için bir felaket demek olan dünya mallarını toplamakta bitimsiz bir yarış içine girmişlerdi. Ölünceye kadar süren bu mal biriktirme yarış ve hırsı, onları ölümsüz mutluluğa eriştirecek eylem ve çabalardan habersiz bırakmıştı. Öğüt vermenin hiçbir yararı yoktu onlara. Hiçbir güzel söz onları etkileyemezdi. Onlara karşı çıkmak, onlarla savaşmak da işe yaramazdı. Çünkü bu onların inatlarını arttırır, durumlarında daha da direnmelerine neden olurdu…"
12. "Sakın hiç kimsenin kalbinden geçmeyen bu durumu tanımlama,niteleme sevdasına kapılma. Düşün ki, insanın kalbine gelen şeylerin bile birçoğunu tanımlamak, nitelemek mümkün olmuyor. Böyleyken, kalpten geçmesi mümkün olmayan, kalbin bulunduğu dünyanın dışında ve bu dünyada bulunanların eşi ve benzeri olmadığı şeyleri tanımlamak nasıl mümkün olabilir?"
13. "Onun kendi güzelliği, güzelliğinin perdesi; dışta görünmesi, onun içte kalmasının nedeni olmuştur. Açığa çıkması,
gizlenmesini gerektirmiştir.
"Tıpkı güneş gibi... İnce bir bulut perdesi arkasına girdiği zaman görülebilir. Ama kendisini perdesiz olarak gösterecek olursa, görülemez. Işığı, kendi ışığına perde olur."
14. "Anlatamayacağım hâller yaşadım
Hayra yor ve nasıl olduğunu sorma."
15. "Anlatamayacağım haller yaşadım
Hayra yor ve nasıl olduğunu sorma."
Hay bin Yakzan Kitap İncelemeleri
- İnsan bir kainattır.
Ancak kainatta insandadır.
Tek tek bakarsan çok görürsün.
Bütün bakarsan tek görürsün.
-Hallac-ı Mansur-
- Yumurta dıştan bir güçle kırılırsa yaşam son bulur, içten bir güçle kırılırsa yaşam başlar; zira sahih dönüşümler hep içten gelir.
-İbn Rüşd-
- "Mü’minler için göklerde ve yerde Allah’ın birliğini ve kudretini gösteren nice deliller vardır." Casiye sûresi/ 3. Ayet
- Hallac-ı Mansur ve İbn Rüşd'ün tespitleri, Ardından Kur'an-ı Kerim'den paylaştığım Casiye Sûresinin 3 ayeti, Hay bin Yakzan hikâyesinin tüm ana fikri gibi sanki.
- İnsan nefsinin arzularına ne kadar yakın olursa öz'den o kadar uzak, nefsinin arzularına ne kadar uzak olursa öz'e o kadar yakın olur. Ve öz'e ne kadar yakın olursa, Allah'a o kadar yakın olur. Çünkü:
- "Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. VE BİZ ONA ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKINIZ."
Kâf sûresi/16. Ayet
- Bir güle ne kadar yakın olursan, görmesen bile etrafa yaydığı kokulardan orada olduğunu hisseder, orada olduğunu bilirsin. Etrafındaki kötü kokular gülün kokusunu yok etmez, ama senin onu hissetmene perde olur. Bu yüzdendir ki bu kötü kokuları bertaraf etmelisin.
Sen gülü Allah, kötü kokuları ise nefis, cismane arzular, materyalist düşünce olarak bil. Bunları bertaraf et ki, Allah'ın varlığını birliğini iliklerine kadar hissedesin.
- İbn-i Tufeyl'in Hay bin Yakzan'ı, Var oluşunu sorgulamaya başlayıp bu yollarla Allah'ı bulan bir insanın hikayesi.
Herkese iyi okumalar...
İbni Sina şöyle diyor: "Çile insanı eğite eğite, ahlakını arıta arıta öyle bir noktaya getirir ki, o, uzaktan görünen ve kimi zaman parlayan, kimi zaman sönen bir ışığa döner.
İslam dünyasının alegorik öykü geleneği İbn Sina ile başlar. İbn Sina, filozof ve hekimdir. En ünlü eseri el-kanun fi't-tıp'tır.
İbni Tufeyl'in Hay bin Yakzan adlı yapıtı ile İbni Sina'nın aynı adı taşıyan eserleri arasında bir ilişki yoktur. Ancak bu kitapta her iki eserde bir arada verilmiş. İki metnin ortak noktası alegorik olmasıdır.
Eserin İbn Sina kısmını okurken yorulsamda yazar bunun farkında olarak ara ara bunu belirtmiş ve bu okumamı biraz da olsa hefifletti.
İbn Tufeyl kısmı ise, oldukça akıcı. Araya Kur'an ayetlerinin girmesi eseri daha da anlamlı kıldı. Aklın ve muhakemenin kullanımından doğan bilginin güzelliği gözler önüne ancak bu kadar güzel serilebilirdi.
Yine bu eserde din ile felsefenin birbirinden ayrılmadığı çok net ortaya konulmuş:
"Kuşku duymayan kişi bakmaz ,bakmayan görmez, görmeyen kör ve şaşkın kalır. Gördüklerini kabul et, söylentileri bırak Güneşi görenin Zuhal'e ihtiyacı kalmaz." Gazali
"Bir türün bütün bireyleri, gerçekte tek bir varlıktır... Biçimler duyularla değil, ancak akıl yoluyla kavranabilir... Cisimler sürekli bir oluş ve bozuluş içindeydi. Ne ki bozuluş cismin maddesinde değil, biçiminde veya biçimlerinde kendini gösteriyordu. Bütün cisimler arasında yaratılmış olmayan, bağımsız Özne'ye gereksinim duymayan tek bir cisim bulamadı...
Bütün bu nitelikler, O bağımsız öznenin eseri olarak var oluyordu."
İslâm Medeniyeti dersim üzerine çalışırken ve İslâm filozofları hakkında bir yazı okurken "Hay bin Yakzan" adlı çalışmaların olduğunu ve bunların öykü olarak yazıldığını ve günümüze ulaştığını öğrendim. İlk Hay bin Yakzan adı altında kalem oynatan İbn Sina ve ardından ise İbn Tufeyl olmuştur. Başlıklar aynı olmakla beraber, anlatılanlar farklıdır ve İbn Tufeyl de bu durumu açıklar: O Yunan edebiyatından gelen Hay ve Absal'ı da, İbn Sina'nın yazdığı Hay bin Yakzan'ı da bilmektedir ve yazılardan ilham aldığını söylemektedir.
Kitap din felsefesi ile alakalıdır; İslâm âleminin ortaya koyduğu güzel eserlerden biridir.
İbn Sina'nın yolculuğu şahsen beni daha çok yordu ve anlattıklarına odaklanması daha da güçtü. Ortak nokta hakikate ulaşmak için bireyin her yönünü tanıması ve terbiye olmasıdır.
İbn Tufeyl'in kurgusu ise daha uzundu ve felsefi açıklamaları da, öyküsü de beni içine daha çok çekti. Hay adındaki biri, hiçbir insanın olmadığı bir adada gözlerini açarken, bir ceylan tarafından beslendi ve zamanla dünyaya geliş amacını vahşi doğasıyla idrak etmeye çalıştı.
Cisimleri ve yaşamların anlamını, elementleri, hayvanların yaşam tarzlarını ve kendisinin ne olduğunu, ruhun varlığını ve bir yaratıcının olup olmadığını araştırdı durdu ve sonunda nihai isteğine kavuştu.
Bu kitap dönem dönem okunur, her okunuşta filozofların aktarmak istedikleri daha farklı algılanır. Bu farklı algılar, bizim de kendi yolumuzu bulmamızda yardımcı olur inşallah.
Hay bin Yakzan...
Kaybolmak ve kaybetmek birbirini tamamladığında varlığı doğuracak sancılı bir arayış süreci başar.
Kayboluşun çeşitli evrelerinden geçen kişi aradığını bulunca yok mu olur?
Fenâ...
İlim ve inkarın çatışmasının nihayete erip sükûnete vardığı noktada Hak'tan gayrısının yok olmasıdır.
Varlıkta yok olmak. Hak ile bir olmak.
Tevhid!
İnsan kaybolduğunda kendini bulur. Kaybolduğu yerde bir de yoldaş belki!
Bulmak için kaybolmak gerekir; biraz da yorulmak!
İnsan ararken ne kadar yorulursa bulduğu da o kadar kıymetlidir. Kitapla ilgili bir inceleme başlığında "hakikatin mahremiyeti" ifadesini gördüm. Çok da beğendim. Mahrem olan her zaman kıymetli değil midir zaten?
Kaybolmak için bir adadan daha münasip bir mekan var mıdır?!
Hay bin Yakzan'ın Absal ile karşlaştıktan sonra halkın içine girmesi Ebu Hureyre'den bize gelen rivayetle ne kadar da benzer!
"Resûlullah (asm)’dan iki kap (dolusu) ilim öğrendim. Birisini yaydım, anlatıp herkese duyurdum; ikincisini söyleyecek olsam, şu boğazım kesilirdi."
İbn Sina'nın Hay bin Yakzan'ı biraz askıda kalmış gibi geldi. Absal ve Salaman'ı da dişil ve eril cinsiyetler üzerinden temsili anlatımı biraz rahatsız etti. Okumak istediğim İbn Tufeyl'in Hay bin Yakzan'ı idi zaten. Ona ulaşmak için de 78 sayfalık bir mesafe katettim.
Felsefe beni her zaman zorlamıştır. Hay bin Yakzan'ın arayışı da beni epeyce yordu. Güzel de oldu.
İnsan hiçbir somut uyarıcı olmaksızın, hiçbir telkin altında kalmaksızın; yönlendirici, biçimlendirici, kuşatıcı, müdahaleci vs.. herhangi bir uyarıdan haberdar olmaksızın acaba hakikate yüce Allah'a ulaşabilir mi?
Tanrı hakikati ile nasıl bir bağlantı kurabilir?İbn Tufaleyn batı tarafında da tanınmasına vesile olan bu nadide eserde temel anlatıma bu şekilde ışık tutmuştur.Üç temel soruna değinir:
--Felsefenin incelikli temel soruları insanın kendi başına insan-ı kamil seviyesine ulaşılabilir mi?Yoksa illaki bir desteğe mi ihtiyaç duyar.(İslam kelamının en temel konusuna burada değinilir.)
--Bizim gözlemlerimiz ve deneyimlerimizle vahiylerin çelişip çelişmediğinin kurgusudur.(İslam kelamında çokça tartışılagelmiştir.)
--Mutlak hakikat herhangi bir insanın başarabileceği bir süreç midir? İnsan istediğinde kendi başına mutlak hakikate erişebilecek konuma sahip midir?
Bize şenlikli, bolca metafor içeren bir anlatım çerçevesinde insanın kendi yalnızlıklarını, kendi gerçeğini, kendi arayışlarını bu eserde bulabilirsiniz.Endülüs'ün kendinden sonraki bir çok düşünüre ilham olan ruhun uyanışını kahramanımız Hayy ile Ademoğlunun hikayesini tasvir etmektedir.Hayy 50 yaşına geldiğinde fenafillah makamında varda yok olmayı, yoklukta arı bulmayı keşfetmiştir.
İbn Sina ile müslüman aleminin zihni psikolojik anlamda ustaca kurgulanmış ilk romanını İbn Tufaleyn batı Edebiyatına taşımış ve Daniel Defoe Robinson Crusoe ile dünyaya tanıtmıştır.Ahmet Hamdi Tanpınar'a çokça ilham olan eserle tanışmaktan kıvanç duyuyorum.