Göğü Delen Adam Kitap Bilgileri
Yazar: Erich Scheurmann
Tahmini Okuma Süresi: 3 sa. 10 dk.
Sayfa Sayısı: 112
Basım Tarihi: Haziran 2020
İlk Yayın Tarihi: 1 Şubat 2012
Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
Orijinal Dil: Almanca
ISBN: 9789755393407
Ülke: Türkiye
Dil: Türkçe
Format: Karton kapak
Göğü Delen Adam Kitap Tanıtımı
Papalagi denince beyazlar ya da yabancılar anlaşılır. Ama sözcüğü sözcüğüne çevrilirse göğü delen anlamına gelir.
Samoa'ya ilk misyoner bir yelkenliyle gelmişti. Yerliler bu beyaz yelkenliyi ufukta bir delik olarak gördüler, beyaz adamın içinden çıkıp kendilerine geldiği bir delik. O, göğü delip geçmişti.
Yüzyılımızın başlarında yayımlanan Göğü Delen Adam bugün artık bir yeşil klasiği olarak okunurken, başlığının kaynaklandığı şiirsel metafor, bir de düz anlam içermeye başlıyor; çünkü Papalagi sonunda göğü gerçekten delmeyi başardı, "ozon deliğinin" içinden ne tür bir yelkenlinin çıkageleceğiniyse zaman gösterecek.
Ahmet Güngören/Çerçeve
Teknolojinin günlük yaşamımıza getirdiği açmazlar her gün dünyamızda yeni "handikap"ların kapılarını aralamıyor mu?
Birincisi bu "handikap"ları yalın, süssüz bir dille anlattığı için önemli Göğü Delen Adam. Uygarlığımızın bu karmaşasında yönelttiği acımasız okların hedefini bulması açısından önemli. Basit de olsa eleştirisini haklı gerekçelere dayandırması açısından önemli. İkincisi, bize pek az bildiğimiz dünyaların ufkunu açmasından önemli.
Refik Durbaş/Milliyet Sanat
Sadece keyif için değil, üniversitede sosyoloji, antropoloji derslerinde ve hatta liselerde sosyal bilgiler derslerinde bile okutulabilir. (...) Gerçek bir Samoalının gözleriyle Batı'yı görmek, insanın ufkunu çok genişleten, yorumlara yepyeni boyutlar kazandıran bir süreç.
Semra Somersan/Cumhuriyet
Göğü Delen Adam Kitaptan Alıntılar
1. "“Herkes kendi zayıflıklarını bildiği için kimse bir diğerine güvenmez.”"
2. "Bütün mucizelerin gizli de olsa, kusursuz olmayan bir yanı vardır."
3. "Sürekli aynı şeyi yapmak kadar hiçbir şey zor gelmez insana."
4. ""Eğer insan çok fazla 'şey'e gereksinim duyuyorsa, bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir.""
5. "Bizim içimizde küllenmiş olan duygularımızı yeniden canlandırmayı da öğrenmemiz gerek."
6. "''Gerçek huzuru hiçbir yerde bulamadım.''"
7. "Sürekli aynı şeyi yapmak kadar hiçbir şey zor gelmez insana"
8. "Düşünmek tez yaşlandırır insanı, tez çirkinleştirir."
9. "Herkes kendi zayıflıklarını bildiği için kimse bir diğerine güvenmez."
10. "Para kimseyi ne daha mutlu ne de daha neşeli yapar."
11. "Beyaz adamın gerçek tanrısı, kendisinin "para" adını taktığı yuvarlak metal ve ağır kağıttan başka bir şey değildir."
12. ""Bizi,ışığı getireceğinize inandırmıştınız"
" Oysa sizin niyetiniz bizi de kendi karanlığınıza çekmekti! ""
13. "Eğer insan çok fazla "şey"e gereksinim duyuyorsa, bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir."
14. "Tanrı birine fazla meyve vermişse, o kişi meyveler elinde çürümemesi için ondan kardeşlerine vermelidir. Tanrı, bütün insanlara ellerini uzatır. O, birinin diğerinden daha fazla şeye sahip olmasını ya da birinin "Ben güneşte yatacağım, ama senin yerin gölge" demesini istemez. Hepimizin yeri güneşin altıdır.
Tanrı'nın her şeyi kendi adaletli elinde tuttuğu yerde ne kavga olur ne de yokluk."
15. "Para uğruna mutluluklarını, vicdanlarını yitirenler; gülmekten, onurundan, sevincinden, hatta karısından, çocuğundan olanlar vardır."
Göğü Delen Adam Kitap İncelemeleri
Paranın Tanrılaştırıldığı, maddiyata haddinden fazla değer biçilen şu günlerde okumanızı kesinlikle tavsiye ettiğim bir kitap oldu Göğü Delen Adam.
İnsanın teknolojiyi, bilimi ilerletirken bir yandan nasıl kendini dünyanın hakimi gördüğü, Tanrıcılık oynadığını gözler önüne seriyor.
Halbuki az şey bilmek insanı ne kadar tasasız yapar değil mi? Tek derdi karnı tok yatmak, gece güvenli bir yerde uyumak olan biriyle bizim dertlerimiz bir mi?
Dertlerimizi oluşturan bile yaşadığımız çağdan ibaret. Her şey ilerlerken zaman ya da teknoloji, eğitim, bilim yerinde durmazken dertlerimiz de kat be kat artar. Toplumun bize dayadıkları artar, sorumluluklarımız artar. Gün gelir göğü bile deleriz, göğü delen insanlar oluruz.
Peki ya sıkılmadık mı? Hele ki böyle dertleri olmayan bir insanı okurken ve onun bizim hayatımıza bakış açısına ışık tutarken ne kadar sıkıldığımızı daha çok anlayacağız.
Cebimizdeki para kadar değil de dalımızdaki elma kadar, bahçemizdeki domates kadar yaşasaydık bu hayatı eminim çok daha kolay olurdu her şey.
Zaman para oldu, eğitim para oldu, kitap para oldu, sağlık para oldu, deniz manzarası hatta gökyüzü manzarası bile para oldu. Fikirler bile para eder oldu.
Her şey gelişti bu hayatta, insanoğlu her şeyin sırrını çözdü lakin unuttuğu bir şeyler vardı: insan olmak, insanca yaşamak...
Tokatların ardı arkası kesilmeyen bir kitap, her satırında beyaz insanın kapital dünyasından yakınıyor aslında. Bilmiyor ki içine düştüğümüz bu kuyunun içinden çıkabilmemiz imkansız. Biraz toz pembe bakıp sert konuşuyor abimiz.
Oldukça güzel analizler var bu kitapta hepimizin bildiği lakin umursamamayı tercih ettiği analizler. Hepimizin yumuşak karnı olan mülkiyetçiliğe değiniyor “şey”siz yaşamaktansa, ölmek için ateş borusunu alnına dayayan insanlar vardır diyor sayfa 47’de. Hangimiz inkar edebilir bağlılıklarını. Sonrasında “benim” kelimesinde takılıp kalıyor “Papalagi’nin uykusu hiçbir zaman derinleşemez. Gündüz topladıkları gece uçup gitmesin diye uyanık olması gerekir çünkü. Ellerinin ve duyularının, “benim”lerinin en uç sınırına kadar uzanması lazımdır.” (sayfa 61) deyip tokat gibi hatırlatmalarına devam ediyor.
Kabile şefi hayattan zevk almak ve onun sunduklarının tadına varmaktan bahsediyor mesela güneşi gördüğümüzde hangimiz havanın sıcaklığından yakınmak yerine faydalanmaktan bahseder ki. Papalagi ürettiklerinin içinde boğuluyor. Papalagi biz beyaz insanlar oluyoruz, göğü delen adamlar.
Genel olarak kitaba baktığımızda farkındalık oluşturan, insanın gözünü kapadığı gerçekleri yüzüne çarpan bir kitap niteliğinde bunun yanı sıra kitaptan beklediğim bilgeliği, derinliği bulamadım ve bununla birlikte birazcık ön yargı hissettim. Sosyolojik açıdan önemli bir yere sahip olduğunu ve herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum. :)
İçinde yaşadığımız modern dünyaya şöyle dıştan bakabilmek, taptaze bir bakış açısıyla görebilmek mümkün mü sizce?
Göğü delen adam kitabına göre bunu yapsa yapsa bizim medeni olarak bile adlandırmadığımız, hatta dış görünüşlerine bakarak çoğu zaman ilkel olduklarını düşündüğümüz insanlar yapabilir.
Bizim medeniyet adını verdiğimiz topraklardan çok çok uzaklarda Büyük Okyanus’un güneyinde Samoa Adaları’nda yaşayan Polenezyalı halkın kabile reisi Tuiavii’nin ağzından dinliyoruz olayları.
Bu kabile şefi bir süre Avrupa’da yaşamış ve bundan sonra da halkına bir mektup yazıyor. Bunu ise Almancaya çeviren Erich Scheurmann oluyor.
Kitabın orijinal adı “Papalagi” ve ilk baskısı 1920’de Almanya’da yapılmış. Papalagi denince bizler, beyaz insanlar ya da yabancılar anlaşılıyor. Ama sözcüğü sözcüğüne çevirecek olursak bu kelime “Göğü Delen” anlamına geliyor.
Kitabın isminin ise şöyle bir hikayesi var: Beyaz insanlar (misyonerler) pürüzsüz görünen gökyüzü eşliğindeki denizden onların adalarına geldikleri için göğü delerek geldiklerini düşünüyorlar. Ve modern insana, Papalagi ismini koyuyorlar.
Kitabın alanında çok iyi bir modern dünya eleştirisi olduğunu düşünüyorum. Kendimde de ‘bir şeyleri değiştirebilir miyim?’ acaba diyerek okuduğum bir kitap oldu. Teknolojinin ve medeniyetin insana verdiklerinden çok aldıklarını ele almış.
Doğayla iç içe yaşayan ve medeniyet formatı atılmamış bir insanın bizim kültürümüze hangi gözlerle baktığını öğrenmek istiyorsanız bu kitabı okumanızı tavsiye ederim. Sırf farklı bir perspektiften bakmak için bile okunur!
-“Papalagi denince beyazlar ya da yabancılar anlaşılır. Ama sözcüğü sözcüğüne çevrilirse Göğü Delen anlamına gelir. Samoa’ya ilk misyoner bir yelkenliyle gelmişti. Yerliler bu beyaz yelkenliyi ufukta bir delik olarak gördüler, beyaz adamın içinden çıkıp kendilerine geldiği bir delik. O; göğü delip geçmişti.”
•Gerçeklerle yüzleşmek ve eleştirilmek, bizi hep incitir nedense. Doğru bir hayatı yaşadığımızdan emin olmak isteriz, olduğumuz konumun mükemmelliğine kendimizi inandırarak kaygıdan kaçarız. Peki duymamak, görmemek; gerçeklerden kaçmak bizi ne kadar ileri götürebilir?
•Beyazların siyahlara olan zorbalığına tarih boyunca şahit olundu. Bu kitap bakışımızı, aşina olduğumuz bu tatsızlıktan farklı bir pencereye yönlendiriyor. Bir siyah ve bir Samoalı, bir beyaz hakkında neler düşünür? İşte tam da burada eleştiriye açık olmak gerekiyor.
“Eğer insan çok fazla “şey” e gereksinim duyuyorsa, bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir.”
• Yoğun ve içi boş hayatların içine tıkılan, para için her şeyi yapan, özgür olduğunu sandığı dünyasında eşyanın prangalarında takılı kalan bir beyaz, bir Samoalı’ya göre asla huzurlu olamaz.
“ Gerçek huzuru hiçbir yerde bulamadım!”
“Sürekli aynı şeyi yapmak kadar hiçbir şey zor gelmez insana.”
•Kendi hayatını sorgulamaya ve dışarıdan nasıl gözüktüğünü görmeye hazır olan tüm cesur yürekleri bu esere davet ediyorum.
Samoa'daki Tiavea'nın kabile reisi Tuiavii'nin yazarın deyişiyle de eğitim yüzünden sağlığını yitirmemiş ve henüz doğal duygularını koruyan hataya açık bu Güneydenizi yerlisinin aklını 'şey'le bozmuş ruhunu parayla kirletmiş eğitim dediğimiz şeyle ve düşünceyle de 'kafasını en seri ateş borusu haline getirmeye çalışmaya harcayan, yalancı yaşamlar mekanı ve bir sürü kağıtla yönlendirilen, hep daha fazlanın altında ezilen medenilere ya da onun deyişiyle papalagilere yabancılara,beyazlara ya da 'göğü delen adam'a basit düşünceleriyle bakış açısı. Taştan kutular, taş yarıklar yine taştan adalar ve bunların arasında kalanlara dair,yuvarlak metal ve ağır kağıda dair, papaliginin mesleklerine ve onun içinde yolunu kaybetmesine dair, her bir bölüm yaşamın her parçasına bir mesaj gönderiyor ve bu mesajlar hakikat barındırıyor. Papalaginin 'şey'leri onu yoksullaştırıyor. Büyük Ruh makineden daha güçlü. Her şeyi yeniden sorgulamak, neye ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu bir kez daha düşünmek, göklere çıkardığımız düşünme eylemini bile yeniden anlamlandırmak için bir başlangıç yapılabilir bu kitapla. Bana çok zaman önce okuduğum Marlo Morgan'ın Bir Çift Yürek ve Sonsuzluğun Mesajı kitaplarını anımsattı bu arada. Nasıl daha basit, daha doğal yaşarız, incitmeden kırıp dökmeden,savaşmadan, zora sokmadan. Kazandığımızı sanırken neleri kaybediyoruz acaba? Yeniden bulmak ne kadar imkansızlaşıyor zaman bize yetmezken? Karanlığımızı daha ne kadar sevebiliriz? En son ne zaman yürekten 'talofa' diyebildik?