Tüm kitapları ücretsiz okuyabilir veya indirebilirsiniz! Ayrıca son kitabımız İlahi Rezonans artık raflarda! İncelemek için:

En Hüzünlü Eylül - Osman Balcıgil | Detaylı Ücretsiz Kitap İncelemesi

En Hüzünlü Eylül Kitap Bilgileri


Yazar: Osman Balcıgil
Tahmini Okuma Süresi: 12 sa. 55 dk.
Sayfa Sayısı: 456
Basım Tarihi: Ekim 2024
İlk Yayın Tarihi: Temmuz 2020
Yayınevi: Destek Yayınları
ISBN: 9786053118756
Ülke: Türkiye
Dil: Türkçe
Format: Karton kapak


En Hüzünlü Eylül Kitap Tanıtımı


Hüzünlüdür İstanbul, Eylül 1955’ten beri...

Kadim kentin destansı tarihinde, 6/7 Eylül 1955’te yaşanan büyük yıkım kuşkusuz çok özel bir yer tutar.

Acısı hep sürecek bu büyük altüst oluş, toplumsal olduğu kadar bireysel anlamda da derin kırılmalara yol açmıştır. Tıpkı Suzan ve Yorgo’nun aşkında olduğu gibi.

Suzan ve “sevgili papazı”nın büyük dramını okurken, kendinizi İstanbul dekorunda, tarihin içinde, “soluksuz ve dipsiz” bir yolculuğa çıkmış bulacaksınız.

Bir yas, beş yıl süreyle her gün ve yirmi dört saat tutulur mu?

Suzan ve Yorgo’nun aşkı kadar büyükse, evet!

Balcıgil romanına “Söyledim ve ruhumu kurtardım!” diye başlıyor. Çünkü, hepinizin merak ettiği önemli nedenleri var.

EN HÜZÜNLÜ EYLÜL büyük bir aşkın olduğu kadar, büyük bir hesaplaşmanın da romanı.




En Hüzünlü Eylül Kitaptan Alıntılar


1. "“Gazeteler sabun köpüğüdür.
Sadece sıradan insanlar
gazetelere itibar ederek
düşünce geliştirirler...”"




2. "“Hüseyin'in katli,
Adem'in tövbesinin kabulü,
İdris'in diri olarak göğe yükselmesi,
Nuh’un tufandan kurtulması,
İbrahim'in ateşte yanmaması,
Yakup ile oğlu Yusuf'un kavuşması,
Eyüp'ün hastalıklarının iyileşmesi,
Musa'nın Kızıldeniz’i yarması,
Yunus'un balığın karnından çıkması,
İsa'nın doğumu ve ölümden kurtarılıp
göğe yükselmesi...”"




3. "“Hayat bir hikâye gibidir. Ne kadar uzun olduğu değil, ne kadar güzel olduğu önemlidir...”
~ Lecius Annaeus Seneca ~"




4. "“İstanbullu olmak, denizle yaşamayı bilmek demekti...”"




5. "“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür...”"




6. "“Bir kemanın telini sonsuza kadar geremezsiniz.
Kopar. Toplumlar da keman teli gibidir...”"




7. "“Dixi et salvavi animam meam.”
(Latince: “Konuştum ve ruhumu korudum.”)
~Martin Luther King~"




8. "Hepimiz okumuştuk John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar’ını."




9. "“1955 Yılının 15 Haziran günü açılacak olan İstanbul Hilton Oteli, Hilton Oteller Zincirinin ABD dışına uzanan ilk halkalarından. İstanbul ilk beş yıldızlı oteline kavuşmuş olacaktı...”"




10. "“Dini devlet düzeni haline getirmiş bir imparatorluktan, demokrasiyi bütün kurum ve kurallarıyla çalıştıran bir ulus devlete dönmek kolay bir iş değildir. Hatta imkânsızdır. Atatürk ve arkadaşları bu imkânsızı gerçekleştirdiler...”"




11. "“Kıbrıs Türkiye’nin burnunun dibindeydi. Anamur’a kırk kilometre olan Yeşil Ada’nın Yunanistan’a uzaklığı bin kilometredir ki, bu bile Kıbrıs’ın Anadolu’nun devamı olduğunun kanıtı sayılmalıydı..
.. 400 Yıl süreyle Osmanlı egemenliğinde yaşayan Yeşil Ada’nın, İngilizlere terk edilmiş olmasının arkasında yatan neden, Osmanlının madden ve manen sıkışmış olmasıydı...”"




12. "Bazen sevinirken üzülür, bazen de üzülürken sevinirsiniz. Böyle olunca, uçlar birbirlerini bir şekilde dengeler. en iyisi sevinirken sevinmektir ama galiba bu yalnızca o çocukluk yıllarında olur. En beteri ise, tahmin edeceğiniz gibi üzülürken üzülmektir."




13. "“Kendi vatanında, kendine ait bayrağın altında, özgür yaşayan bir ulusun çocukları olarak yaşamak hafife alınacak bir durum da, duygu da değildi kuşkusuz. Bayrağımızı gördüğümüz zaman gözlerimizin yaşarmasının, İstiklâl Marşımızı okurken duygulanıyor olmamızın ardında, zamanında yaşanmış çok ama çok büyük dramlar ve sonunda elde edilen daha da büyük bir zafer vardı...”"




14. "Genç terzi Effimia, Hristiyanlığı kabul eden İstanbullulardandı. Onun yaşadığı dönemde, İstanbul'a paganlık hakimdi ve Effimiadan beklenen de bu yaygın inanca uyumlu davranmaktı. Genç kız baskıya başkaldırdı.
Önce tehdit edildi, sonra aşağılandı, ardından taşlandı. Hiç bir caydırma metodu sonuç vermeyince işkence yapılarak öldürüldü... (16 Eylül 303)"




15. "Bilirsiniz, ağlamanın kaçınılmaz olduğu durumlar vardır."





En Hüzünlü Eylül Kitap İncelemeleri


Balcıgil, 1950 yıllarının İstanbul'un da bir yolculuğa çıkarıyor bizleri. Suzan ve Yorgo' nun tertemiz aşklarına tanık olurken, bir taraftan da tahmin edebileceğiniz gibi biri Türk, biri Rum iki ailenin muhteşem dostluklarına tanık oluyoruz.
Kitap, Suzan'ın üniversiteyi bitirip İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'ın yanında asistanlık yapması ile başlıyor.Tüm  1950/55 sürecini Suzan'dan dinliyoruz.
Gün be gün Suzan'ın bizzat şahit olduğu gerçekler 6/7 eylül gecesi yaşanan vahşet... Ve sonrası, üzeri örtülen gerçekler, yitip giden hayatlar...
Gerçeğin romanı...
Hüzünlüdür İstanbul, Eylül 1955'ten beri. Kadim kent yıkımlar tarihinde, 55 Eylül'ünün çok özel bir yeri vardır.
6/7 eylül dönemi ; aslında hiç bitmeyen ve bitmeyecek olan Türkiye gerçeği. Bir arada yaşayamamak, birbirimizi kabul edememek, kin ve nefretin bir ülkeyi, insanlığı ne hale getirdiğinin örneğidir " En Hüzünlü Eylül".

Diğer acı olan şey ise bizim yaşananlardan asla ders almamamız
1978 yılında Maraş’da yüz yirmi, 1980’de Çorum’da elli yedi Alevi yurttaşın ölümüyle sonuçlanan mezhep temelli saldırılar, 1993 yılında Sivas Madımak Oteli’nde otuz üç Alevi aydının yakılması…

Yaşanan olaylarla roman yüreğimde kocaman bir acı bırakarak bitti.
Dönem romanlarını ve tarih sevenlere tavsiyemdir.




Yeniden yeni bir kitapla merhaba derken içimdeki kızgınlığı,utancı ve acıyı nereye koyacağımı bilemiyorum aslında..kalbim kırık,içim yaralı,ruhum utanç içinde..
En Hüzünlü Eylül,ne yazık ki apaçık bir Türkiye gerçeği aslında..
Kitabın ortalarına doğru Yılmaz Karakoyunlu'nun kitabından uyarlanan Salkım Hanımın Tanelerini hatırlamadan edemiyor ve bi arada yaşamayı beceremediğimizi idrak ederek aslında vatandaş olarak zerre kadar değerimiz olmadığının tokadını en kuvvetli biçimde hissediyorsunuz yüzünde..Ve bugüne kadar şahit olup yaşadığınız Türk Siyasi Tarihi'nin tekrar tekrar milliyetçiliği nasıl kullandığını,politikacıların sırf kendi çıkarları ve koltuklarını daha da kabartmak uğruna herkesi nasıl ateşe attığını;milli duyguların nasıl sömürülerek milliyetçilik kavramının içinin boşaltılarak yerini basıl başıboş bir şiddete ve zalimliğe bırakıldığını ; bir dönemin gençlerinin ülke siyasetiyle boğuşmaktan kendi hayatlarını nasıl yaşayamadan heba ettiğini dehşet içinde farkederken,aydınların nasıl günah keçisi ilan edilip her defasında nasıl hırpalandığını görünce beddua okumaktan kendinizi alamıyorsunuz..
başlarken bu kadar utanacağımı bilseydim okumazdım diyeceğim ama bakmayın bana,yine okurdum bu kitabı..
Hoşçakal Yorgo..Hoşçakal Lena..Hoşçakal Hristo..Hoşçakal Kalyopi..Hoşçakal Suzan.. Sizi ve acılarınızı; sevginizi ve samimiyetinizi ; insanlığınızı ve kalbinizi kalbimin bi kölesinde saklayacağım




Suzan ve Yorgo... İstanbul Büyükada 'da yaşayan biri Türk diyeri Rum olan iki ailinenin güzeller güzeli kızı ve yakışıklı oğlu.. Onların aşk hikayesi okurken iki ailenin birbirlerine olan sevgilerine ve bağlılıklarına tanık oluyoruz.Birbirlerinin dinlerine ,örf ve adetlerine değer vererek,bayram özel günleri birlikte geçirerek,büyük bir aile gibi uyum icinde yaşıyorlar ....o acı olaylar yaşanana kadar ...
Suzan'ın Üniversitesi eğitimini bitirip Valilikte, Vaili asistanı olarak çalışmaya başlamasıyla Türkiye'de yaşanan olaylarada yer veriliyor..O yıllarda Kıbrıs'ta yaşayan Rumların ayaklanması ve bunların Türkiyeye yansımasını görüyoruz.Suzan işyerindeki arkadaşı sayesinde Kıbrıs'taki yaşanan gerilimlere karşı kurulan Kıbrıs Türk'tür Cemiyetinin oluşumunu ve büyümesini yakından takip ediyor.Bu oluşumun yavas yavaş 1955 yılında yaşanan 6/7 Eylül olaylarının nasıl tetikleyicisi haline dönüştüğünü görüyor.Yaşanan kanlı olayların suçu sebeb olanların üzerine kalmıyor her zamanki gibi.....
Yaşanan olaylarda azınlıkların evleri işyerleri yağmalanıp yıkılıyor.En acısıda hiç suçu olmadıkları halde insanların ( Türkiye de yaşanan Rum halk) ölümleri , kadınların , kızların tacavüze uğraması...
Bir solukta okudum kesinlikle tavsiye ederim...




En Hüzünlü Eylül'de, Büyükada’da yaşayan bir Rum ve bir Türk ailenin hayatlarından kesitler okurken, şehrin gündelik hayatına dair ipuçlarını yakalayacak, dönemin ruhunu ilmek ilmek dokuyacaksınız.
İkinci Dünya Savaşı’nın yoksulluk ve yoksunlukları geride kalmaya başlarken, ufukta başka büyük problemler görünmeye başlayacaktır…

Kentin destansı tarihinde, 6/7 Eylül 1955’te yaşanacak büyük yıkım kuşkusuz çok özel bir yer tutacaktır.
Acısı hep sürecek bu büyük altüst oluş, toplumsal olduğu kadar bireysel anlamda da derin kırılmalara yol açacaktır.
En Hüzünlü Eylül'de genelde Türkiye’nin ve İstanbul’un tarihiyle halleşirken, özelde Suzan ve Yorgo’nun büyük aşkına yelken açacaksınız.
Suzan ve “sevgili papazı”nın Büyükada’nın eşsiz dekorunda filiz veren büyük aşkıyla çıkacağınız soluksuz ve dipsiz yolculuğun sizi nereye götüreceğini bilseniz de onlarla birlikte yürümekten kendinizi alamayacaksınız.

Dönem romanlarının olmazsa olmazları… Ne yer-içerlerdi, nasıl giyinirlerdi, hangi müzikleri dinlerlerdi, ne tür filmleri izlerlerdi, gözde eğlence mekanları nerelerdeydi ve ötesi…
Balcıgil, Celile, Putlar Yıkılırken gibi dönem romanlarında kullandığı sevilen anlatım tarzını En Hüzünlü Eylül'de de yakalıyor.
Bir başka şekilde söylenecek olursa, yaşıyormuş gibi okuyacağınız bu kitabı…




Tarih bilimini, sosyal bilimler içerisinde mütalaa etmenin yegane şartı, vakayı bulunduğu hal üzerine resmetmesidir. Tarih ilminin bu ilkesi, olayı, sebep ve sonuçlarına indirger ve tüm bir görüntüyü duygudan mahrum kılar. Dolayısıyla tarih dediğimiz ilim; tatsız ve tuzsuz bir resme dönüşür. Oysa varoluş amacı insanlığı bir bütün olarak anmak ve anlatmaktır. Böyle olunca bir eksiklik bulunur onda.

Bence tarih ilminin bu büyük eksikliğini edebiyat ikmal eder. Tarih biliminin imtina ettiği "kahramanların duygularına odaklanmak" gerekliliğini edebiyat, hiç gocunmadan üzerine alır. Böylece olay ve olgular hakikatlerine nüfus edilerek resmedilebilir hale gelir.

İşte eser tam anlamıyla bu minvalde kaleme alınmış. Yazar tarih ilminin bitün ilkelerine uymakla birlikte, edebiyatı da kalemine yardımcı kılmış olarak muazzam bir eser vücuda getirmiş. Üstelik hem siyasi sahada hem de tarihsel zeminde ideoloji batklığına saplanmış bir dönemi; kendi döneminde pasif zannedilen bir kadın gözüyle resmetmiş. Bence bu üst göz dahi ziyadesiyle taktir edilmeli.

Evet, eser Adnan Menderes ve Demokrat partinin liberal, çok ama çok özgürlükçü, güçlü demokratik dönemini; mağdur siyasetinin öncesinden anlatıyor. Üstelik antipatik bir tutumla da yapmıyor bunu. Ancak halkın umudunun ve nefretinin aynı anda aynı şeye nasıl dönebileceğini çok üstün bir netlik ile gösterebiliyor.

Eseri ben bütün kitap severlere, özellikle de tarihi roman ve siyasi tarih okumaları seven arkadaşlara öneriyorum. Hem döneme hem de hayata dair farklı bir perspektif sunacağını düşünüyorum.

Keyifli okumalar.



Tüm kitapları ücretsiz okuyabilir veya indirebilirsiniz! Ayrıca son kitabımız İlahi Rezonans artık raflarda! İncelemek için: