Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Kitap Bilgileri
Yazar: Peyami Safa
Tahmini Okuma Süresi: 3 sa. 10 dk.
Sayfa Sayısı: 112
Basım Tarihi: Nisan 2022
İlk Yayın Tarihi: 1930
Yayınevi: Ötüken Neşriyat
Orijinal Dil: Türkçe
ISBN: 9789754370485
Ülke: Türkiye
Dil: Türkçe
Format: Karton kapak
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Kitap Tanıtımı
Peyami Safa'nın şaheserlerinden Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Türk edebiyatında "insan ruhunun derinliklerinde ve labi-rentlerinde dolaşan ilk roman" olması ve hasta bir insanı ve onun psikolojisini ele alması bakımından önemli bir yere sahiptir. Birçok araştırmacı ve yazar tarafından Türk edebiyatında bir ilk kabul edilen Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Tanpınar dediği gibi, "acının ve ıstırabın yegâne kitabı" olarak hem kemiyet hem de keyfiyet bakımından başka hiçbir eser olmasa da Türk romanının var olduğuna delil gösterilebilecek kudrette bir eserdir. Romanın genç kahramanı, ayağındaki rahatsızlıktan kurtulabilmek için sayısız doktora görünür ve en nihayetinde havadar bir ortamda, stresten uzak bir istirahat dönemi geçirmesi gerektiğine ikna edilir. Ancak, gerek akrabaları olan bir Paşa'nın Erenköyü'ndeki köşkünde misafir kaldığı dönemde, gerekse kendi evi ve hastaneye gidiş gelişlerinde şuurunu adeta bir facia atmosferinde yoğurur. Peyami Safa'nın çocukluk ve gençlik dönemlerinden fazlasıyla izler taşıyan roman, hem umudu ve umutsuzluğu, hem de sevinci ve felaketi aynı sayfalara sığdırabilmiş olması bakımından insanın eşsiz bir tarifini sunuyor.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Kitaptan Alıntılar
1. "Herkes yalandan nefret eder ve yalan söyler."
2. "Hâlbuki mesele çok basit: İnsan hastalanır ve ölür."
3. "İçimde hep ne olduklarını bilmediğim gizli ve meçhul ümitlere sarılmıştım; onlar olmasa bir saniye nefes alamazdım."
4. "Daha büyük acılara hazırlanıyordum."
5. "Yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile bunu nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum."
6. "Herkes yalandan nefret eder ve yalan söyler."
7. "-Allah rahatlık versin.
~Size de efendim.
- Bana da mı? Ümit etmiyorum."
8. "Herkes yalandan nefret eder ve yalan söyler.."
9. ""Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişmeyeceğinden korkuyorum.""
10. ""Herkes yalandan nefret eder ve yalan söyler.""
11. "Bütün bu ev, bütün bu insanlar bana yabancı geliyordu."
12. "Bu odada bir şey var, mühim bir şey."
13. "Herkes yalandan nefret eder ve yalan söyler."
14. "Çabuk uyumak, kaybolmak istiyorum."
15. "“Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişmeyeceğinden korkuyorum.”"
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Kitap İncelemeleri
Peyami Safa, takma adıyla Server Bedi, küçük yaşlarda yaşadığı kemik hastalığını ve çektiği sıkıntıları bu kitap ile ölümsüzleştirmiştir..
Kitabın isminde ‘koğuş’ geçince, hapishane ile ilgili bir kitap olduğunu düşünüyordum. Oysa ki ‘koğuş’ aynı zamanda ‘oda’ demektir, buradaki de bir hastane odası.
‘Hariciye’ de tıpta ‘dış hastalıklar’ anlamında kullanılır. Arapça ‘hariç’ (‘dış’ demek) kelimesinden türemiştir.
Ana karakterimiz ismi verilmemiş bir hasta. Yazarımız bu kitapla bir nevi kendi otobiyografik romanını ortaya koymuştur..
Roman aslında günü gününe tutulmuş bir hatıra defteridir. Kitap konu olarak ise, küçük yaşta babasını kaybetmiş, dizinden uzun süredir hasta, İstanbul’un kenar semtlerinden birinde annesi ile birlikte yaşamakta olan 15 yaşlarındaki bir gencin, birlikte büyüdükleri ve kendisinden 4 yaş büyük olan Paşa’nın kızı Nüzhet’e karşı beslediği duygular, aralarındaki zıtlıklar yüzünden bu duyguların sebep olduğu çatışmalar, çektiği aşk acısı ve hastalığındaki olumsuz gelişmeler sebebiyle yaşadığı maddi ve manevi sıkıntılar anlatılmıştır..
Kitabı okuduktan sonra Peyami Safa adına üzüntü duydum. Çünkü siyasi görüşü nedeniyle geri planda bırakılmış, gereken değer verilmemiş bir usta yazar olduğunu gördüm..
Okumaya değer buldum, tavsiye de ederim.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu roman hakkında dediği gibi: ‘Acının ve ıstırabın yegâne kitabı’...
Peyami Safa'nın Fatih Harbiye ve Yalnızız kitaplarını okuduktan sonra derinden etkilendiğimi anlayınca ve zaman zaman Neriman, zaman zaman da Meral'in içsel buhranlarını kendi içimde keşfedince yazarın diğer kitaplarını da okumaya karar verdim. Tabi bunda Samim'in beni kendine bağlayan cazibesi ve Simeranyası da etkili olmuştur muhakkak.
Dokuzuncu hariciye koğuşu, yazarın da muzdarip olduğu kemik tüberkülozu hastalığının karakterin ruhundaki etkisini ve ilk gençlik yıllarında yaşadıklarını kaleme aldığı, otobiyografik ögeler ve derin psikolojik tahliller içeren, insan ruhuna nüfuz eden bir roman.
Yazarın toplumsal gerçekçi anlatımı, insan hissiyatını dışa vuran cümleleri ve Türkçemizi kullanışındaki muntazam edebi dili okuma hazzımı doruklara çıkardı.
Ayrıca kitap, bir hekim adayı olarak bir hastanın gözünden hastalığı görmek ve hastanın yaşadığı ruhsal sıkıntıları anlamak açısından beni daha da içine çekti. Her satırıyla okunmaya değer olduğunu düşündüğüm bir kitap oldu. Herkese muhakkak okumasını tavsiye ederim, umarım ömür müsaade eder de birkaç defa daha okuma saadetine nail olurum.
Küçük birkaç alıntı:
"Ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürüdüm."
"Hâlbuki mesele çok basit: İnsan hastalanır ve ölür."
"İçimde hep ne olduklarını bilmediğim gizli ve meçhul ümitlere sarılmıştım; onlar olmasa bir saniye nefes alamazdım; çünkü bütün hesaplar aleyhime çıkıyordu, bu meçhul ümitler beni aldatırsa mahvolacaktım."
'nın şaheserlerinden
, Türk edebiyatında "insan ruhunun derinliklerinde ve labirentlerinde dolaşan bir ilk roman" olması ve hasta bir insanı ve onun psikolojisini ele alması bakımından önemli bir yere sahiptir.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu 1. Dünya Savaşı döneminde geçmektedir.
Romanının genç kahramanı, ayağındaki rahatsızlıktan kurtulabilmek için sayısız doktora görünür ve en nihayetinde havadar bir ortamda, stresten uzak bir istirahat dönemi geçirmesi gerektiğine ikna edilir. Ancak gerek akrabaları olan bir Paşa'nın Erenköyün'deki köşkünde misafir kaldığı dönemde, gerekse kendi evi ve hastaneye gidiş gelişlerinde şuurunu adeta bir facia atmosferinde yoğurur. Peyami Safa'nın çocukluk ve gençlik dönemlerinden fazlasıyla izler taşıyan roman, hem umudu ve umutsuzluğu, hem de sevinci ve felaketi aynı sayfalara sığdırabilmiş olması bakımından insanın eşsiz bir tarifini sunuyor.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu hastalığın en çok işlendiği ve ana tema olduğu bir eserdir. İsimsiz başkahraman tıpkı yazar gibi kemik veremine yakalanmıştır. Fakat bu hastalık roman kişisinin ayağında, yazarın ise kolunda baş gösterir. Otobiyografik olan bu eserde çocukluk yıllarında yakalandığı kemik veremi yüzünden çektiği acıları anlatmıştır. Romanda verem hastalığının teşhisi ve tedavi süreci hem Latince adlarla hem de halk dilindeki söylemlerle okuyucuya aktarmıştır. Tıbbi terimlerinin en fazla yer aldığı eserdir.
Edebiyatımızın en iyi romanlarından biridir Peyami Safa'nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu.
Genelde kısa romanlar pek tat vermez ama söz konusu Peyami Safa'ysa ciltler dolusu duygu düşünceyi bir kaç sayfaya sığdırabilecek usta bir kalemdir. Nakış nakış işler duyguyu analizi eserlerine.Her ne kadar kitabının kısalığına oranla zengin içeriğini takdir etsem de keşke devamı olsa hiç bitmese dediğim eserlerden biridir.
Safa olaylardan çok tahlile önem verir ve romanlarında zıt kavramları, duygu ve düşünce tezadını ustaca işler. Tanpınar eser hakkında
"acının ve ıstırabın yegane kitabı" sözünü boşuna dememiş. Eseri okurken kendinizi kaptırıp dizlerinizi bacağınızı sağlam mı diye yoklarsanız hiç şaşırmayın :) Eserde doktorlar hastadan iyileşmesi için stresten uzak bir istirahat dönemi geçirmesini isterler ya ben de okurken sordum kendi kendime : bu dünyada stressiz kalmak mümkün mü ve bu dünyada istirahat edebilir mi insan? Bazı eserleri incelerken kullandığım klasik bir cümlem var "Hiç kimse beni kitapta anlatılanların yazarın başından geçen olaylardan olmadığına inandıramaz" sözümü tekrar ediyorum.
Kitapta beni etkileyen bir durumu anlatayım.
Hasta çoçuk on beş yaşında iyileşme ihtimali çok az ve yakınlaştığı aşk duyduğu Paşa'nın kızı Nühzet 19 yaşında.Kızın taliplisi çok.
Aklıma Özdemir Asaf'ın sözü geldi
Ve aşk öyle haindir ki;
Nerde imkansız varsa gider onu sever.
Son zamanlarda beni en çok etkiyen romanlardan biri oldu. 112 sayfalık bir kitabın bu kadar dolu, bu kadar yoğun olabileceğini hiç düşünmezdim.
Bir pazar akşamı oturup tek seferde okuduğum bu kitap, günlerce benim yakamı bırakmadı. Defalarca açıp açıp bazı cümleleri yeniden okuma ihtiyacı hissettim.
Muhteşem psikolojik analizlerin ve ruhsal betimlemelerin bulunduğu bir roman. Hastalık, yalnızlık, kimsesizlik, çaresizlik ve aşk ancak bu kadar naif bu kadar güzel anlatılabilirdi.
Konusundan bahsetmek gerekirse; isimsiz anlatıcımız 15 yaşındaki genç bir erkek. Hayatının neredeyse tamamını dizindeki bir hastalıkla geçirmiş ve sonuçsuz tedavilerin arasında gidip gelmiş. Kitapta okuduğumuz kesitte, anlatıcımızın hastalığının ağır şekilde nüksettiği bir dönemi okuyoruz. Bu süreçte aşık olduğunu görüyor ve aşkın getirdiği çaresizliğe şahit oluyoruz.
Özellikle son bölümde, hastane koridorlarının sessizliği, ilaç kokusu, bembeyaz duvarlar, doktorların sevimsizliği, hastanın yaşadığı korku... Tüm bunların hepsi sizi sarıp sarmalıyor, sanki kendiniz yaşıyormuşsunuz gibi. Anlatılmak istenen her şeyi ruhunuzda hissediyorsunuz.
Romanın bu kadar gerçekçi, bu kadar etkileyici olmasının en önemli sebebinin, yazarın çocukken geçirdiği kemik hastalığı olduğunu düşünüyorum. Bu kadar yerinde ve nokta atışı psikolojik analiz yapabilmesinin sebebi bu olmalı.
Etkileyici, sarsıcı ve muhteşem bir anlatımı olan kısa bir roman okumak isterseniz, sizin için biçilmiş kaftan. Mutlaka tavsiye ediyorum.