Dansa Davet Kitap Bilgileri
Yazar: Jean Teule
Tahmini Okuma Süresi: 2 sa. 57 dk.
Sayfa Sayısı: 104
Basım Tarihi: Haziran 2020
İlk Yayın Tarihi: Haziran 2020
Yayınevi: Sel Yayıncılık
ISBN: 9786057728456
Ülke: Türkiye
Dil: Türkçe
Format: Karton kapak
Dansa Davet Kitap Tanıtımı
"Dans etmek bir çığlığı susturmak mı?"
Dansa Davet, 1518 yılında görülen, dünyanın en ilginç toplumsal histeri vakalarından birinin hikâyesini anlatıyor. Strasbourg'da açlık ve sefaletin, insanları cinayete sürükleyen bir yokluğun hüküm sürdüğü zamanlarda, ıstırabından aklını yitiren bir kadın, aniden sokaklarda dans etmeye başlar. Kısa bir süre içinde ona katılanların sayısı gitgide artar ve "Dans Vebası" tüm şehri esir alır. Binlerce insan yaşadıkları ağır travmalar sonucunda bilincini yitirip ölene dek dans eder durur.
İntihar Dükkânı'nın yazarından, "kurgu hikâyelerden çok daha delice bir gerçekliği anlatan" masalsı bir roman...
Dansa Davet Kitaptan Alıntılar
1. "Cehennem burada. Öbür taraftaki beni o kadar korkutmuyor."
2. ""Sevinçler küçücük ama acılar uçsuz bucaksız.""
3. "“… ama sevgilim, gözlerinde gökyüzü kalmış hâlâ.”"
4. "Cehennem burada. Öbür taraftaki beni o kadar korkutmuyor."
5. "- Nasılsın?
+Sevinçler küçücük ama acılar uçsuz bucaksız."
6. "Hikâyeye hep şöyle başlayacaklar:" Umudunu kaybeden bir halkın hikayesi bu!""
7. "Sen olmazsan ben bu dünyada bir hiçim..."
8. "Ama sevgilim, gözlerinde gökyüzü kalmış hâlâ."
9. "~
Cehennem burada. Öbür taraftaki
beni o kadar korkutmuyor.
~"
10. "“Bu yıl gitgide daha akıl almaz hale gelen uğursuzluklar bakımından pek bereketli..”"
11. "Her şey ateş pahası!"
12. ""Peki neden saldırıcaklarmış bize?"
"Türkler öyledir! Türk demek saldırır demek...""
13. "... ama sevgilim, gözlerinde gökyüzü kalmış hâlâ."
14. ""Her şey ateş pahası!""
15. "Bundan böyle pusulası, yıldızı olmayan zavallı bir yelkenli o."
Dansa Davet Kitap İncelemeleri
Jean Teulé tarafından yazılmış roman “Dansa Davet“, dans vebası sırasında olanları detaylı bir şekilde ele alıyor. Teulé, sokakları basmış, hiç durmadan birbiri etrafında dönen ve zıplayan insanların trajik hallerini anlatırken, yaşanan olayın absürdlüğünü de vurgulamak adına sarkastik ve alaycı bir dil kullanıyor. Tarihi gerçekliğe uygun olarak, salgının başladığı andan itibaren dans edenler, din adamları tarafından şeytani figürler haline getiriliyorlar ve kafirlikle suçlanıyorlar. Bu şekilde döneme hakim olan din ve kilise baskısının toplum üzerinde ne kadar stres oluşturduğuna dair bir eleştiri almış oluyoruz. Kitabın başından itibaren her satırda, şehrin içinde bulunduğu durumun ne kadar kötü olduğu vurgulanıyor. Sokakların pisliği, hasadın kötülüğü, insanların açlığı… Dans sırasında ölen insanlar sokaklarda yığılı kalıyor. Din adamlarının endişeli olmaslarına rağmen yine de umursamaz ve vurdumduymaz davranışları halkın bir kısmında ayaklanmalara da sebep oluyor.
Salgının durması, insanların dans etmeyi bırakması için birçok yol denense de hiçbiri işe yaramıyor; belki gerçek bir müzik performansı, gerçek bir dans performansı gerçekleştirilirse aklını yitirmiş yerli dansçıların duracağı umuluyor fakat tam tersine, müziği duyanlar daha da çılgınlaşıyor.
Keyifli okumalar dilerim.
1518 yılında Strasbourg’ta gerçekleşen ‘Dans Vebası’ olayının, kurgulanıp kitaplaştırılmış halini okuyoruz. Olayımız, bebeklerini açıktan yemek istemedikleri için suya atan Enneline’in, kocasının yanına döndüğünde hissettiği keder, açlık, yoksulluk sebebiyle dünyadan soyutlanmış bir biçimde dans etmesiyle başlıyor. Yarın yokmuşçasına dans eden Enneline’e bir süre sonra bir başkaları daha katılıyor ve yüzlerce, binlerce Strasbourglu Dans Vebası’na yakalanıyor. Ayaklarındaki tendonlar yırtılana kadar, kemikleri gün yüzüne çıkana kadar dans ediyorlar ki bu durum bile danslarını bölemiyor. Yorgunluktan ölenler, sakat kalanlar, türlüsü türlüsü var. Hiçbir şey bu dansı durduramıyor.
Tabii bu kadar açlık yüzünden bu hale düşen halkın yanı sıra, yiyecek stoklamış, çıkarcı, durumlardan faydalanan, refah içinde yaşayan piskoposu da okuyoruz. ‘Tanrı’nın verdiği bir ceza’ adı altında her türlü çıkarımı sağlamaya çalışıyor kendisine. Zaten bu adama müthiş bir sinir oldum. Aynı zamanda şehirde bir Türk istilası paniği ve bu ‘dindar’ piskoposun çıkarlarına ters düşecek Martin Luther King’in reform hareketlerini de okuyoruz.
Kitap gerçekten etkileyici ve dediğim gibi gerçek bir olaydan esinlenen bir kurgu. Açlık ve sefaletin yaptıracağı şeyler gerçekten çok ama çok kötü. Her okuyucunun okuması gereken bir kitap olduğuna inanıyorum.
Jean Teulé‘den daha önce İntihar Dükkanı’nı okumuştum. İntihar etmek isteyen insanlara malzeme temin eden bir aileyi anlatıyordu. Bu kitabın daha ilk sayfada kadının çocuğunu nehre fırlatmasıyla açılması epey şok edici bir hoşgeldin gibi gelse de, bu adamın tarzı bu dedim içinden, dünyayı ters yüz etmeyi ve onun cebinden aşağı dökülenleri toplayıp yazmayı seviyor. Yine de bir iki sayfa sonra açlıktan çocuklarını yiyen insanlarla tanışmaya hazır değildim. Hele de tüm bu hikayenin 1518 de Strasburg şehrinde gerçekten yaşandığını, 400'den fazla insanın haftalarca, ayakları parçalanıncaya kadar dans ettiğini ve durdurulamadıklarını öğrenmeye hiç.
Sonra dünyayı her gün, ancak kurgu bir kitapta karşımıza çıkacağına inandığımız korkunç olaylarla tıka basa doldurduğumuzu hatırlayıverdim. Öyle ya, dünya tarihi, hani şu bizim ellerimizle ve övünerek kanlarımızla yazdığımız, guruldayan karınlar, çığlıklar, yakarışlarla soundtrack albümlerini yaptığımız, gözyaşından ve kahkahalardan kenarlarını diktiğimiz dünya tarihi, kurguların en babası.
“Dans etmek bir çığlığı susturmak mı?” Bu soru çok güzel. Ama cevabından çok kendisini düşündüm sanırım ben. 1518 de insanların topluca atacakları ya da susturacakları bir çığlıkları varmış. Şimdi çığlıklar da, öfke de, delirmek de bir başına yapılıyor.
16. yüzyılın en ilginç ve gizemli olaylarından biri olan 1518 Strazburg Dans Vebası’nı konu alıyor. Gerçek bir tarihsel vakaya dayanan bu eser, toplumsal histeriyi, insanların bilinmezlik karşısındaki çaresizliğini ve Orta Çağ Avrupası’nın çarpık zihniyetini mizahi ve grotesk bir üslupla ele alıyor.
Roman, 1518 yılında Strazburg’da aniden başlayan ve haftalarca süren gizemli bir “dans salgınını” merkezine alıyor. Tarihsel kayıtlara göre, yüzlerce insan sebepsiz yere dans etmeye başlamış, açlık ve yorgunluktan ölene kadar duramamıştı. Jean Teulé, bu olayı yalnızca tarihsel bir vaka olarak sunmakla kalmıyor, aynı zamanda dönemin dini inanışlarını, batıl itikatlarını ve toplumun trajikomik tepkilerini de eleştiriyor.
Kilisenin mutlak gücü, hurafelerin halk üzerindeki etkisi ve tıbbın yetersizliği, romanın en güçlü eleştiri noktalarından biri. O dönemin otoriteleri, dans edenleri tedavi etmek yerine ilahi bir ceza aldıklarını düşünüyor ve “dansı” durdurmak için daha da absürt yöntemler geliştiriyorlar. Jean Teulé, korkutucu ve dramatik bir olayı mizahi ve absürt bir dille anlatıyor. Karakterlerin tepkileri, yöneticilerin çaresizliği ve olayların giderek daha tuhaf bir hâl alması, romanı kara komedi türüne yaklaştırıyor.
Tarih, kara mizah ve sıra dışı olaylara ilgi duyanlar için kaçırılmaması gereken bir eser!
"Dans etmek bir çığlığı susturmak mı?"
...ıstıraba gömülmüş bir şehrin dayanılmaz gerçekliğinden kaçmanın, hele de yoksul düşmüş halk için, tek yolu dans.
Bilmeyenler için söyleyeyim; kitap isminin çağrıştırdığının tam aksi yönde trajik ve gerçekten yaşanmış çok farklı bir konuyu ele alıyor. Bu konu ise bundan yıllar önce kilise baskısının hüküm sürdüğü ortaçağ da Fransa'nın Strasbourg kasabasında yaşanan kıtlık sonucunda orada yaşayan insanların aklını kaçırıp topluca salgın gibi yayılan bir histeri vak'asını konu ediniyor.
Histeri, insanların davranışlarını etkileyen psikonevrotik bir bozulukluk. Burada yaşanan olayda da yaşanan açlık krizinin etkisiyle halk artık sinir krizi geçirerek, dans etme hastalığına yakalanıyor. Ya da başlıkta da belirttiğim gibi içlerinde ki çığlığı bu şekilde susturuyorlar. Bu anlattığım açlık ise düşündüğünüzün ötesinde, insanlar kendi çocuklarını, dışkılarını yedikleri bir ortamdan bahsediyoruz.
Kitabın konusu; bir kadının kendi çocuğunu yemeyerek onu ölüme terk etmesi ve ardından histeri bozukluğu yaşayarak, dans etmeye başlamasıyla birlikte bir virüs salgını gibi kasabanın ona sırayla katılmasını, binlerce kişinin dans etmesiyle kontrol edilemez boyutlara ulaşıyor.
Sıradışı ve gerçek yaşanmış konusuyla birlikte yazarın kurgusunu başarılı bulduğumu söylemeliyim. Herkese de okumasını tavsiye ediyorum.