Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Kitap Bilgileri
Yazar: Stefan Zweig
Tahmini Okuma Süresi: 1 sa. 56 dk.
Sayfa Sayısı: 68
Basım Tarihi: Ocak 2022
İlk Yayın Tarihi: 1922
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Orijinal Dil: Almanca
ISBN: 9786053606604
Ülke: Türkiye
Dil: Türkçe
Format: Karton kapak
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Kitap Tanıtımı
Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920'li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun "gönderen"inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: "Sana, beni asla tanımamış olan sana". Kadın büyük tutkusunu hep bir "bilinmeyen" olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde "taraflar" değil, sadece tek bir "taraf" vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi? Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda "mutlak aşk" kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal!
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Kitaptan Alıntılar
1. "Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?"
2. "... Ve insanların arasında yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur."
3. "Ve senin bakışlarından anlıyordum: ruhunda ufacık da olsa bir iz bırakmadığımı..."
4. "Ve senin bakışlarından anlıyordum ruhunda ufacık da olsa iz bırakmadığımı..."
5. "'Sana, beni asla tanımamış olan sana...'"
6. "Ölmüş olan biri artık hiçbir şey istemez, sevilmeyi de, kendisine acınmasını da, teselli edilmeyi de istemez."
7. ""Ve insanların arasında yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur.""
8. "Ve sanırım beni ölüm döşeğimden çağırsan, birden ayağa kalkıp sana gelecek gücü bulurdum."
9. "Elinin değdiği kapı tokmağını öptüm,"
10. "Bekledim, bekledim, seni kaderimi beklercesine bekledim."
11. "Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?"
12. "Bir tabutun üstündeki çiçeklerin ne anlamı olabilir ki?"
13. "Bir insan bir insanı bütün insanlardan soğutabilir…"
14. "Bağışla beni, eğer kalemimin mürekkebine arada sırada bir damla acı da karışıyorsa, evet bağışla."
15. "... çünkü yeryüzünde hiçbir şey kuytulardaki bir çocuğun fark edilmeyen sevgisiyle karşılaştırılamaz."
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Kitap İncelemeleri
‘Bakışları önündeki yazı masasında boş duran vazoya takıldı. Vazo boştu. Yıllardan beri, ilk defa boştu! Ürperdi. Birden bire kapı görünmeksizin ardına kadar açılmış ve başka bir alemden gelen soğuk bir esinti sessizce odasına dolmuştu. Ölümün varlığını ve ölümsüz aşkı hissetti. İçinden bir şeyler kopup gitti. Arzu dolu ve ölümsüz kadını, uzaklardaki bir müziği duyarcasına tutkuyla düşündü.’
Şu son cümleler zihnimde onulmaz bir yara izi bıraktı. Bir kaç kez okudum. Anlamak, hissetmek için. Çocukluktan başlayan, saf, onurlu bir sevgi. Annenin çocuğuna duyamayacağı, yaratıcının var olduğunu iddia ettiği sevgisi gibi. Mevlana’nın dediği gibi; ‘ne olursan ol yine de gel!’
Sevgi kaynağı sonsuz bir yeraltı ırmağı gibiydi kadının gönlünde. Beklentisiz, çıkarsız ve yoğun. İlk aklıma gelen insani refleksim ise sevgiyi bile belli insanlara yönlendirmek gerekiyor. Zira taşta ağaç yetiştiremezsin. En az toprak isteyeni bile az ister ki taşı delip alttaki toprakla buluşsun. Bilinmeyen bir kadından, armağan edilmiş bir hayat. Sevgiden habersiz, doğuştan şanslı, yaşadığını sanan ama yaşarken ölmüş bir zavallıya…
Tek tesellim kadının çektiği acı ölümüyle son bulur. Esas yoksunluğu bundan böyle hiç sevmemiş olan ‘taş’ çeker. Acı, umutsuz, derbeder bir halde!
Kimi ve neyi seveceğinize dikkat edin. Zira bir adanmışlıkla sevseniz bile, gönlü kırlaşmış, koru sönmüşten uzak durun. Hayat sevgiye ve güzelliğe muhtaç. Sadece Eros’un okunun doğru kişinin poposunda olduğundan emin olun!
Bazen bazı kitapların sizi zihinsel olarak yorduğunu hissedersiniz. Belki dilinden belki de içeriğinden. Bazen de kısa süre içinde çok fazla kitap okumuşsunuzdur ve biraz dinlenmek istersiniz. Ben de kitaplar arası ne zaman soluklanma ihtiyacı hissetsem, kitaplarıyla kısa bir mola verebileceğim yazarla tanıştım. Stefan Zweig..
Genellikle uzun olmayan öykülerinden ve yalın, akıcı dilinden dolayı olabilir. Bunun dışında yazılarında tam olarak ifade edilemeyen ama insana dokunan bir şeyler var.
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nda da olduğu gibi..
"Sana, beni asla tanımamış olan sana."
Mektup bu cümleyle başlıyor. Basit, kısa bir cümle gibi. Ancak o cümle aşık bir kadının acısını, hayal kırıklığını ve öfkesini içinde barındırıyor. Kadın tarafından belki de en acısı mektup sona erdiğinde bile sevdiği adam onu tam olarak bilemeyecek-tanıyamayacak.
Çocukluk aşkını neredeyse saplantılı diyebileceğimiz bir şekilde yetişkinliğe kadar kalbinde taşıyan bir kadın. Adamı gördüğü ilk günden itibaren hayatı 'O' oluveriyor. Onun için akıllı, onun için güzel ve onun için yetişkin bir kadın olmak istiyor.Her şey, ondan haberi olmayan sevdiği adam için. Bazen onun yüzünden acı çekiyor bazen de küçük düşüyor. Aşkından ise asla vazgeçmiyor.
Kısacık ama aşk hakkında düşündürecek bir kitap.
Aşk nedir? Tek taraflı aşk yaşanabilir mi? Ve bu 'aşka', gerçek aşk diyebilir miyiz?
Siz de küçük bir mola ihtiyacı hissederseniz çekinmeden Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nu okumaya başlayabilirsiniz. :)
Mektubun başında tek bir hitap vardır: “Sana, beni asla tanımamış olan sana”. Kadın büyük tutkusunu hep bir “bilinmeyen” olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde “taraflar” değil, sadece tek bir “taraf” vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi?
Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda “mutlak aşk” kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal!
“Bilinmeyen Kadınımız” komşusunun evine girebilmek, sonsuza kadar sürecek rüyaları için besin alma çabasıyla yanıp tutuşurken günlerini adımları dinleyerek geçiriyor. Evden ayrılana kadar neler hissediyor, nelerin hayalini kuruyordu kim bilir…
Bazı insanların hayatlarına dokunuyoruz. Gerçekten karşımızdaki insanın hayatında fark yaratmak için bir çabamız oluyor. Bu insanların hayatları gitar teli gibidir. Bu dokunma sonucunda kimileri melodik bir ses, kimileri ise akordu bozuk bir ses duyduğunu iddia eder. Önemli olan çıkan sesin ritmine kapılıp karşımızdaki ile dans edebilmemizdir. Ahenk ile dans etmeye başlarsak gerçekten iyi şeyler yapabiliriz birlikte… Önemli olan iyi şeyler yapmak istemek. Önemli olan yan yana geldiğimizde, kalplerimizin aynı ritim ile çarpması…
Aşk ve sevgi ile kalın..
Zweıg'ın bilinmeyen bir kadının şair olan R'ye karşı duyduğu tutkulu aşkını tasvir ettiği bir eser. Eser mutlak aşk kavramını göz önüne mükemmel bir şekilde sermiştir. Aslında incelemenin yersiz olduğunu düşünüyordum ; çünkü kitabı Almanca aslından çeviren Ahmet Cemal sonda kendi incelemesine yer vermiş, ama yine de şuraya yazdığım 2 satır 1-2 insanın ilgisini çeker de okumaya karar verir diye bir şeyler yazmak istedim.
Bilinmeyen kadına gelince, gerçekten de kendini bile bilmemiş bir kadın demek daha doğru olur. Eserde mutlak aşk deniliyor ama, bu aşktan öte bir şey, saplantı. Hiçbir şeyi umursamayan, her gece sevdiği adamın sokağında ışığın yanmasını bekleyen ve bunun için türlü zahmetlere katlanan bir kadın. Hayatının her anında, attığı adımda, içtiği suda kendisini hiç tanımayan R'yi seven bir kadın. O adamdan fahişe muamelesi görmesine rağmen, adamın bir dediğini iki etmeyen ve hiç tanınmayan, bilinmeyen bir kadın.
Ölçülü olan her şey daha anlamlı ve daha güzel, bu öyküde de sınırsız duyulan ve bastırılmayan duyguların bir insana neler yaptırabileceği, neleri yapma noktasına getireceği konusunda güzel bir mektuptan dem vurulmuştur. Mektubu ise ondan vazgeçtiği için değil, öldükten sonra eline ulaşıcak şekilde yollamıştır. Şöyle de güzel bir cümleyi buraya eklemeden geçemeyeceğim. ''İçim rahat ölüyorum, çünkü sen o ölümü uzaktan hissedemezsin. Ölmem sana acı verecek olsaydı eğer, o zaman ölemezdim.''
Herkese iyi okumalar dilerim...
Bir qadının hissləri bu qədər gözəl cümlələrlə izah oluna bilməz mənə görə.
Zweigin oxuduğum ikinci kitabı oldu və Zweig sevərləri anlayıram artıq hardasa. Cümlələr və cümlələrdəki duyğular, yaşantılar alır götürür səni, düşündürür. R adlı bir yazıçıya aşiq olmuş Qadının məktubunu oxuyuruq başdan sona. Bir növ platonik sevginin təsviri kimi qəbul etsək doğru olar. Bitirənədək müxtəlif hisslərdə oldum, gah Qadına üzüldüm, acıdım gah da əsəbləşdim, dəli oldum. Amma sonda "R"nin qadını xatırlamağa çalışdığı yerdə artıq tam şəkildə ona üzüldüm, bəlkə də haqlıymış.
-Bir qadın öz eşqi üçün sevdiyinin ona həyat qadınıymış kimi baxmasına dözərmi?
-Ya bir kişi onun üçün eşqdən için-için yanan bir qadını görməyəcək qədər kor və duyğusuz ola bilərmi?
Öz ölümün də belə, oğlunun ölümün də belə sevdiyinə yük olmamağı, həyatını alt üst etməməyi düşünən bir qadın. Bəlkə də xəstəlikdi bu, bir pozğunluqdu. Amma mənim hörmətimi qazanan bir eşqdi.
"R" sənin kimi hər gün həzz üçün yaşayan kişilər... Kaş son görüşdə o ağ güllərdən tanıyardın onu...
Johann, bir də sən təsir etdin mənə, sevdiyi oğlanın belə tanımadığı, sadəcə uşaqlığında gördüyün qızı olgun bir qadın halında belə tanıdın.
Sona qədər bir ümid nəyinsə dəyişəcəyini gözlədim, amma yazıçımız bu ümidi belə soldurdu. Bu səbəbdən 10 vermədim.