Az Kitap Bilgileri
Yazar: Hakan Günday
Tahmini Okuma Süresi: 10 sa. 12 dk.
Sayfa Sayısı: 360
Basım Tarihi: Kasım 2019
İlk Yayın Tarihi: Nisan 2011
Yayınevi: Doğan Kitap
Orijinal Dil: Türkçe
ISBN: 9786050900682
Ülke: Türkiye
Dil: Türkçe
Format: Karton kapak
Az Kitap Tanıtımı
Az...
Küçük bir kelime, büyük bir roman. Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az... Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi...
11 yaşında bir tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilen korucu kızı Derda ile hapisteki bir gaspçının aynı yaştaki oğlu "mezarlık çocuğu" Derda'nın bir mezarlıkta kesişen hayatlarının, bu iki çocuğu kırk yıl boyunca her tür şiddetle yontup birbirlerine hazırlayışının, (bütün anlamlarıyla) Yazı'nın bu iki çocuğu birleştirmesinin hikayesi. Çocuk şiddeti, hayatın şiddeti, aşkın şiddeti, inancın şiddeti, hırsın şiddeti üzerine, A'dan Z'ye şiddet üzerine, dilin ve yazının şiddetiyle bir roman...
(Tanıtım Bülteninden)
Az Kitaptan Alıntılar
1. "Seni az tanıyorum…Az…
Sen de farkettin mi?
Az dediğin, küçücük bir kelime.
Sadece A ve Z. Sadece iki harf.
Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime var ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi… Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. Bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir."
2. "İçine atmak diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı?"
3. "Zaten her şey bir umutla başlamamış mıydı ?"
4. "Çünkü Oğuz Atay'ı da okudum. Seni de tanıdım...
Diyebilirsin ki bir insanı fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim... Seni az tanıyorum... Az...
Sen de fark ettin mi? Az dediğin küçük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece 2 harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri Başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi.
Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorumi demek, seni kendimden çok biliyorum demektir. Bilmesem de öğrenmek için her şeyi yaparım demektir. Belki de az her şey demektir. Ve Belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir."
5. "İnsanlar, diye düşündü. Ne görüyor ne de duyuyorlar."
6. "Bu hayatta kimseye hiçbir şeyi tam olarak anlatamayacağını anlamıştı. Biri için ölüm kalım meselesi olan, diğerinin gözünde toz kadardı."
7. "Sadece ilerliyordu. Eğer nereye gittiğini bilmeden yürümek, ilerlemekse…"
8. "Belki de hayat, yanlış anlayınca güzeldi. Sadece yanlış anlayınca. Ama her şeyi..."
9. "Birini bekliyorum. Ama kim, bilmiyorum."
10. ""Ben ölüyüm!Bunu anlayabiliyor musun?Ölü!Sadece daha gömülmedim,o kadar!
Anne güldü.
"Bir ölüye göre fazla nefes alıyorsun.""
11. "“Bugünlerde umutsuzluk var…”"
12. "Oysa unutmak istiyordu. Unutmanın en kolay yolunu da anlatmak sanıyordu…"
13. "“Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin ? Haklısın. Belki de çok az… O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum… Az..
Sen de fark ettin mi ? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi…”"
14. "İçine atmak, diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı?"
15. "Manzaradan değildi cam kenarını sevmesi. Yanında bir insan az olması demekti. Öğreniyordu. Ne kadar az, o kadar iyi!"
Az Kitap İncelemeleri
Yavaş yavaş doğruldum, telefonu elime aldım, yüzüm yanıyor, yüzüm kanıyor, yediğim tokatların etkisini atlatmaya çalışıyorum. Kolay değil. Bir değil, iki değil, üç değil, çok defa tokat yedim yüzüme, çok defa yumruk yedim, yüzüme değil, yüreğime... Hayır, babam vurmadı, vuramaz da, ölüler dirilemiyor(henüz), Abim de vurmadı, vuramaz da, ben daha güçlüyüm.
vurdu, ben yeter dedikçe (yetmez daha sert) daha sert vurdu ve daha sert...
Bir kitapla yaptı bunu, her zaman bir kitabıyla beni yerden yere vurdu. (yeter dediğime bakmayın zevk alıyorum bundan, benim ruhumda da mazoşistlik var galiba). Her defasında da kalkmayı başardım. Bakalım ne zaman tuş yapacak beni. Bakalım ne zaman amacına ulaşıp beni dibe çekebilecek...
Bir insan daha ne kadar dibi görebilir ki zaten?
Şiddeti çok seviyor demek
Şiddetin her türlüsünü seviyor ya da nefret ediyor ikisi arasında ince çizgiyi anlamak güç.
"
" kitabında da Şiddetin her türlüsü vardı,
kitabında da acı ve yakarışlar vardı.
kitabında da zevk vardı,
kitabında neler yoktu ki,
bile vardı. Şimdi diyebilirsiniz ki; "
ve şiddet çok alakasız değil mi?" diyebilirsiniz evet ama cevabını alamazsınız çünkü cevabı kitapta.
İki insanın, anlamsız ve şiddet dolu yolculuğu...
Kitabın ilk kısmındaki Bezir karakterinin “Bismillahirahmanirahim” ile başlayan 11 yaşındaki çocuk Derdayı karısı olarak görmesi ile başlıyor bu çile. Şu Arapça kelimelerin iyi niyetli başlayıp iyi bittiğini görmedim mevlitler hariç. Tarikatların çok namuslu olarak başlayan ama uyuşturucudan tutun da türlü sapkınların karanlığında yaşanmış türde bir gerçeklik ile karşı karşıyayız. Müslüman bir kızın değişen şartlarla adeta reankarnasyon geçirdiğine şahit olacaksınız.
Hakan Günday, kalplerimizin buz kesmesine sebep olan ikinci kısımda ise mezarlıkta büyüyen erkek çocuk Derda’dan bahsediyor. Anneler gününde annesinin elini tutup sıcacık gülümsemesiyle ısınan bir çocuğun aksine o annesini parça parça kesip gömen bir çocuk. Ve bu çocuk biraz daha büyüdüğünde bir “Oğuz Atay” hayranı oluyor. Biyografisini, tüm kitaplarını okuyor ve genç yaşta ölmüş Atay’ın yaşayan gerçeği olacağına yemin ediyor. İçinde büyük bir intikam ateşiyle beraber.
Hayatları çalınmış iki çocuğun dünyanın deliğine nasıl çomak soktuğunu okudum. Anasının para ile sattığı bir kızdan mezarlık bekçisi bir çocuğun bu hayatın hakiki sahipleri olduğunu okuyacaksınız. Kitabın sonundaki bir araya gelmeleri. Beni benden aldı. Tüm matematiksel denklemlerin bittiği bir nokta.
Ne oldum demeyin ne olacağım deyin!
Hakan Günday'ın okuduğum üçüncü kitabı. Ilk ikisi kadar karanlık bulmadım. Yine suç, suçlu, toplum, çevre var ama bu kitapta daha olabilirlik yönü yüksek.
Bir isim, iki cinsiyet, iki hayat, iki karakter.
Kitap aynı ismi taşıyan iki insanın bir noktada hayatlarının kesişmesini anlatıyor. Ve toplumumuzum bazı yaralarına değiniyor. Birinci karakter bir kız çocuğu yatılı okuldan alınıp evlendirilir, fakat bir tarikat içine girer ve tarikatın üyleri arasında suça bulaşmış kişiler vardır. Tarikattan kaçmak isterken bir bataklığa düşer uyuşturucu bağımlısı olur ve tedavi olurken yanında bulunan hemşire tarafından evlatlık edinilir. Bir edebiyatçı olur.
Ikinci karakter hapiste olan babası ve hasta annesi ile yaşamakta olan ve mezarlıkta çiçekleri sulayarak para kazanmaya çalisan bir erkek çocuğunun hikayesi annesinin ölümü, yetiştirme yurduna gitmemek için annesini ortadan kaldırması bu sırada korsan kitap basımevinde işe girmesi, okuma öğrenmesi ve ilk okuduğu kitap OĞUZ ATAY. Yazara hayran oluşu ve suça bulaşıp hapis yatması çıkışta iki karakterin tanışması ve mutlu son.
Kitapta daha az suç var. Hayata dair daha çok şey var. En önemlisi hiç bilmedigimiz hayatların ortaya çıkış olasılıklarını anlatmış. Okuduğum üç kitabın en iyisiydi. Seriye devam edeceğim.
"Az" deyip geçmemeli, kitabın ismi her ne kadar "Az" olsada içeriği o kadar çok ki.. Kitap ilk sayfalarından başlayarak hemen içine alıp hapsetiyor insanı. 6 yaşında bir kız çocuğunun ölümü ve öğretmeninin intihar girişimi ile başlayıp 11 yaşındaki Derdâ'nın acılarla çaresizliklerle örülmüş Türkiye'den İngiltere'ye varan hayatını anlatıyor. Kitabın ilk yarısında kız çocuğu Derdâ'nın 11 yaşından 16 yaşına kadar yaşadıkları anlatılıyor. Geri kalan yarısında ise erkek çocuğu Derda'nın 11 yaşından başlayıp yetişkin biri olup, Derdâ ile yollarının tekrar kesişmesini anlatıyor. Yazar bu iki ana karaktere her ne kadar aynı ismi vermişsede romanında, aradaki farkı a (Derda) ve â (Derdâ) ile okurlar için ortaya koymuş.
Hakan Günday'a ait okuduğum ilk kitap bu ve ne kadarda doğru bir seçim yapmışım. Yazarın "Az"da kullandığı dil/üslup gerçektende romanın dahada etkileyici olmasına neden oluyor. "Az" konusuyla, ana-karakterleriyle, hissettirdiği duyguyla ve çocuk psikolojisine çektiği dikkatle ister istemez okurları etkileyecek türde bir kitap. Kitabın konusu, kurgusu ve psikolojik öğretilerini çok başarılı buldum.
Sanırım kitapla alakalı daha fazla detaya girmem okumayı düşünenler için hoş olmaz, herkes okuduğunda o lezzeti kendi almalı kitaptan diye düşünüyorum :)
Keyifli okumalar herkese..
Yeraltı ədəbiyyatı - məncə bu janr üçün düzgün seçilmiş bir ad deyil. Əksinə, yerin üstündə olub bitənləri bu qədər yalın, real, açıq-aşkar üzümüzə çırpmağa cəsarəti olan bir janrdır, yeraltı ədəbiyyatı.
"Kinyas və Kayra" Hakan Gündaydan oxuduğum ilk əsər idi. Mən o əsəri elə bir vaxtda, elə bir ruh halında oxumuşdum ki, əlimə qələm alıb haqqında bircə kəlmə rəy bildirməyə taqət tapmadım. Enerjinizi əməcək, hətta sizi depressiv ruh halına sala biləcək bir əsər olduğunu da qeyd etməliyəm (bunlar qətiyyən mənfi rəylər deyil).
Cəmiyyət öz çirkabını xalçanın altına itələyir və beləcə, yoxa çıxdığını hesab edir. Hakan Günday isə həmin xalçanı götürüb əsərlərinin divarlarından asır - eynilə, balkan və türk xalqlarının evlərini bəzəmək məqsədilə etdiyi kimi. Tək fərq, burada nümayiş etdirilən xalçanın zərif naxışları deyil, altında gizlənən zir-zibildir.
A və Z. Əlifbanın iki ucundakı, arasına onlarla hərf sığışdırılmış iki hərf. A və Z arasında deyilməyən sözlər, cümlələr, hisslər var. A və Z həm yaxındır, həm uzaq. Biri başlayanda, biri bitir. Biri bitəndə, digəri başlayır. Biri digərinin sonu, biri də digərinin başlanğıcıdır. Bəlkə də, ona görə maşınları "A nöqtəsindən B nöqtəsinə", ən yaxın məntəqəyə aparırıq. Bəlkə də Z nöqtəsi elə ən başa qayıtmağa bərabərdir. Bax belə.