Angela'nın Külleri Kitap Bilgileri
Yazar: Frank Mccourt
Tahmini Okuma Süresi: 13 sa. 7 dk.
Sayfa Sayısı: 463
Basım Tarihi: 2008
İlk Yayın Tarihi: 2008
Yayınevi: Epsilon Yayınları
Orijinal Dil: İngilizce
ISBN: 9789753311748
Ülke: Türkiye
Dil: Türkçe
Format: Karton kapak
Angela'nın Külleri Kitap Tanıtımı
"Geriye bakıp çocukluğumu anımsadığımda, nasıl hayatta kalabildiğime hâlâ şaşarım."
Ekonomik kriz sırasında, Amerika'ya yeni gelmiş bir göçmen ailesinin çocuğu olarak, Brooklyn'de dünyaya gelen ve İrlanda'nın Limerick kentindeki yoksul mahallelerde büyüyen Frank McCourt'un anıları böyle başlıyor. Frank'ın babası Malachy, genellikle çalışmadığı, çalıştığı zamanlar da aldığı parayı içkiye yatırdığı için, annesi Angela'nın çocuklarını bakıp besleyecek parası yoktur. Ancak aynı Malachy, sorumsuz ve garip bir adam olmasına karşın, Frank'ın hikâye yazma yeteneğini ortaya çıkaracaktır. Frank, babasının, İrlanda'yı kurtaran Cuchulain hakkında anlattığı hikâyelerle, annesine bebekler getiren, Yedinci Basamaktaki Meleğin hikâyesiyle büyür.
Angela'nın Külleri Kitaptan Alıntılar
1. "Bir insanla konuşmamak en ağır cezadır."
2. "Boş bir kafayla nasıl bir bakış açınız olabilir ki? Kafalarınızı doldurun. Tıka basa doldurun. Sizin en büyük hazineniz kafalarınızdır ve yeryüzünde hiç kimse kafalarınızın içindekilere karışamaz."
3. "İnsanın kafasının içine kimsenin karışamaması çok güzel bir şey"
4. "yoksul insanların fazla seçim şansı olmuyor"
5. ""İnsanın kafasının içine kimsenin karışamaması çok güzel bir şey.""
6. "Kız çocukları çok tatlı oluyorlar değil mi?. Oğlanlar da harika, ama insan hep bir kız çocuğu istiyor."
7. "ölse kim bilir öbür dünyada onu nereye atarlar?"
8. "Sütsüz çay içilmeyeceğini herkes çok iyi bilir."
9. "Hayat öyle boş ve anlamsız ki..."
10. ""Gerçekleri öğrenmelisiniz. Hayata bakış açınız bu bilgilere göre belirlenecektir.""
11. "Oralarda havalar nasıl?"
12. "Baba, sokağa çıkabilir miyim?
Çık oğlum. Haydi, git oyna.
Seni sokak paklar, diyor annem"
13. "Büyüklerin çocukların soru sormasından hoşlanmadığını biliyorum ama onlar her türlü soruyu bize sorup duruyorlar."
14. "Carnegie Kütüphanesi' den getirdiği kitaplar okuyor. Annesi bundan sikâyetçi. Elinden kitap düşmüyor, diyor. Gözlerini mahvedecek. Saşılığını düzeltmek için ameliyat olması gerekiyor, ama para nerede. Mikey'e, böyle kitap okumaya devam edersen, diyor, gözleriniyice kayacak ve sonunda gözünün biri alnına çıkıverecek.Babasi da, bu yüzden ona Tepegöz diyor."
15. "Onu hep çocukluktaki gibi seversin,
Eli ayağı tutmasa, saçları kırlaşsa da.
Annenin sevgisi hep seni sarar
Toprağın altına girene kadar."
Angela'nın Külleri Kitap İncelemeleri
"Annemle babam New York’ta tanışıp evlenmişler. Ben de orada doğdum. İrlanda’ya geri döndüklerinde dört yaşındaydım. Malachy üç, ikizler (Oliver ile Eugene) henüz bir yaşındaydılar. Kız kardeşimiz Margaret öleli çok oluyordu. İrlanda’ya dönmek büyük hataydı. Bunun bedelini hepimiz çok ağır ödedik.” Kitap böyle başlıyor. Bu cümleyi okuduktan sonra, ne kadar ağır bir bedel ödemiş olabilirsiniz ki ? diye içimden geçirmiştim. Kitap bitince bu düşüncemden utandım resmen. New York’ta başlayan sefaletleri kuzenleri tarafından tolere edilemeyecek düzeye gelince Malachy'nin ailesinin bulunduğu Dublin'e taşınmak zorunda kalırlar, buradan da kovulunca Angela’nın ailesinin bulunduğu Limerick bölgesine taşınırlar. Yoksulluk sanki bu ailenin kaderi gibi. (gerçi böyle bir babaları varken kader demekte…) Bir ara Frank’ın babasını elime alıp evire çevire dövmek istedim. Bir insan evde çoçukları açken nasıl içmeye gidebilir aklım almıyor. İşsizlik maaşıyla geçinmeye çalışıyorlar babaları onu da içkiye yatırıyor. Çaresiz kalan Angela yardım kurtuluşlarının kapılarında bekliyor sırf çocuklarının karınlarını doyurabilmek için… Frank McCourt’un içler acısı hayat hikayesi okurken beni çok yaraladı ve bu hayat mücadelesinden başarılı bir şekilde çıkıp bunları kaleme dökmesi takdire şayan. Böyle nefis bir kitap okuduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Daha ayrıntılı yorumunu ucretsizkitap.com.tr sayfamda paylaşıcam merak eden oradan da bakabilir.
İrlanda asıllı Amerikalı yazar Frank Mccourt'un anılarından oluşan kitap. Amerikadan Kendi topraklarına İrlandaya göç eden aile beklentilerinin aksine hayatın her alanda yoksulluğun insan sinir uçlarına dokunur cinsten nefes kesici gerçekliğiyle yüzleşirler. Yoksulluktan aç kalan çocuklarının kaybı(yoksulların seçme şansı yoktur der yazar.) beş altı yaşlarında envai çeşit işte çalışan çocuklar ve bunun günümüz dünyasında dünyanın bir çok yerine devam ettiğini bilmek acı. İçkinin vb. maddelerin su gibi tüketildiği bir toplumun kötü etkilerini sadde bir dille gözler önüne seriyor. Babaların ihmal ettiği aileler. Kazandıkları bir kuruşu içkiye yatıran adamlar. Ve o adamların kadınlardan çocuk yapmalarını beklemesi, temizlik ve yemek beklentileri eğer bunları yapamazsınız lanetlenirsiniz naraları atmaları kadının aşağılandığı ve meta olarak görüldüğü bir toplum yapısı. Öte yandan dine körü körüne bir inanç, din uğruna ölmeyi bir ödül olarak görüldüğü, katolikliğin üstün bir inanç olarak gören bir toplum. Aynı zamanda dönemin savaşlarının bıraktığı acımasiz izleri de kasaca ele alınmış.
Kitabı hatıralalardan oluşması nedeniyle gerçekliğin payı ve 20. Yüzyılda bu türden hayatların varlığı bir yandan bir kalp ağrısı oluştururken, öte yandan kitabı baştan sona aynı tempoda pür dikkat okumayı sağlıyor.
Frank McCourt’un "Angela’nın Külleri"adlı eseri, yalnızca bir anı kitabı değil, aynı zamanda bir sınıfsal mücadele ve hayatta kalma öyküsüdür. McCourt’un çocukluğu, İrlanda’nın Limerick kentinde açlık, hastalık ve toplumsal dışlanmışlık içinde geçerken, bu zorluklar onun anlatımına acı bir gerçekçilik ve edebi bir derinlik kazandırır.
Kitap, yoksulluğun insan ruhunda nasıl izler bıraktığını, ancak aynı zamanda insanın içindeki direnci nasıl beslediğini gözler önüne serer. Annesi Angela’nın çaresizliği, çocuklarının karnını doyurabilmek için verdiği savaş ve babasının içki bağımlılığı ile yitip giden umutları, hikâyeye hüzünlü bir melodram katar. Ancak McCourt’un anlatımındaki kara mizah ve ironik bakış açısı, bu karanlık atmosferi boğucu olmaktan çıkarır.
Angela’nın külleri, yalnızca onun tükenmişliğini değil, aynı zamanda küller arasından doğabilecek yeni umutları da simgeler. McCourt’un ABD’ye göçü ve orada yeni bir hayat kurma çabası, kitabın en etkileyici yönlerinden biridir. Zira yoksulluk, yalnızca açlıkla değil, insanın hayallerini yutmasıyla da bilinir. Ancak McCourt, bu döngüyü kırmayı başarır.
Eser, yalnızca bir bireyin değil, aynı zamanda bir neslin hikâyesidir. İrlanda’nın o dönemki sosyal ve ekonomik yapısını eleştirirken, yoksulluğun insanları nasıl şekillendirdiğini, aile bağlarını nasıl güçlendirdiğini veya kopardığını gözler önüne serer. McCourt’un dili yalın ama etkileyici, duygusal ama gerçekçidir.
"Açlık yalnızca midede değil, insanın ruhunda da derin yaralar açar."
Angela's Ashes, Filled with on every page with Frank McCourt's great humour and compassion. This is an excellent book that bears all the marks of a classic.
The only thing I regret is not knowing about this book and Frank Mac Court before. The story is heart breaking but the way it's told is HILARIOUS!!! I couldn't put the book down! I would read on everywhere literally laughing out loud. His sense of humour is over the top. I laughed so bad when trying to picture what he was saying, which happened in every passage I read. I've never read a story this sad, yet very funny. Reading this book brought me so close to McCourt.
So begins the Pulitzer Prize winning memoir of Frank McCourt, born in Depression-era Brooklyn to recent Irish immigrants and raised in the slums of Limerick, Ireland. Frank's mother, Angela, has no money to feed the children since Frank's father, Malachy, rarely works, and when he does he drinks his wages. Yet Malachy-- exasperating, irresponsible and beguiling-- does nurture in Frank an appetite for the one thing he can provide: a story. Frank lives for his father's tales of Cuchulain, who saved Ireland, and of the Angel on the Seventh Step, who brings his mother babies.
Perhaps it is story that accounts for Frank's survival. Wearing rags for diapers, begging a pig's head for Christmas dinner and gathering coal from the roadside to light a fire, Frank endures poverty, near-starvation and the casual cruelty of relatives and neighbours yet lives to tell his tale with eloquence, exuberance and remarkable forgiveness.
This book is written in such a beautiful way with such a free, powerful voice. I will have to read McCourt's other books now to see where they will take me.
Thank you for the wonderful story!
Birçok kitapsever gibi ben de biyografi romanlarını çok severim. Her zaman daha gerçekçidirler. Bu roman da gerçekten harika. Durmadan içen bir erkekle Rus Edebiyatına taş çıkartır. Frankie, esas kahraman yani, hiçbir kendine acındırma edebiyatı yapmadan o kadar çocukça anlatmış ki hayran kalmamak elde değil. Bazı yerlerde Knut Hamsun Açlık kitabını okurken hissettiğimiz o açlık duygusu çok derinden hissettim, midem kazındı. Dostoyevski Suç ve Cezada hani romanda Raskolnikov un odasına girince burnunuza bir rutubet kokusu gelir okurken, işte o kokuyu tekrar duydum Angelanın evinin anlatıldığı sayfalarda. Bir tüm yumurta yemenin, karnı tok yatmanın, sağlam bir ayakkabıya ve ikinci bir kat elbiseye sahip olmanın hayal ötesi bir şey olduğu anlatılıyor kitapta. Angela, kahramanımızın annesi , çocukları ölüyor fakirlikten, bakımsızlıktan. Tüm parasini içkiye yatırıp eve para getirmeyen bir kocası var. Hayatta kalan çocuklarını bakabilmek için dilenen bir anne Angela. Yaptığı bazı yanlışlar olsa da çocuklarının karnını doyurmak, başlarını sokacak bir ev bulmak için yapabileceği şeyi yaptı, başkasını yapabileceğini düşünemedi diyelim. Ve bu kitapta da ne şartta olursan ol, hastanede can çekişiyor bile olsan insanın hayatını güzelleştiren şiirler var, hayvan sevgisi ve insan sevgisi var. Hâlâ okumayan varsa mutlaka okusun. Keyifli okumalar dilerim