Ahmet Yaşar Ocak En Beğenilen Sözleri
1. "“Tarihin hiçbir devrinde hiçbir devletinde ne siyaset dinden elini çekmiş ne de din siyasetle dirsek temasını terk etmiştir. Tarihe yön veren dört ana dinamiğin, coğrafya, ekonomi, siyaset ve din olduğunu, olayları analiz ederken daima hatırda tutmakta yarar vardır.”"
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
2. ""Herkes 17 devlet kurduk diye övünür, kimse 16 tanesi neden battı diye düşünmez.""
- Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası
3. "Şamanlar din adamı sıfatıyla dini merasimleri yönetiyorlar, sihirbaz-hekim sıfatıyla da hastaları tedavi ediyorlardı. Bu sebepledir ki sihirbazlık Türkmen babalarının hayatında vazgeçilmez bir mevki işgal etmekteydi."
- Babaîler İsyanı
4. ""Babaîler isyanı, belli bir tarihte başlayıp bitmiş bir olay olarak kalsaydı, belki de o kadar önemli olmayacaktı. Fakat bu olayı diğerlerinden ayıran şey, isyanın bitiminden sonra özellikle konar-göçer Türkmen zümreleri ile onlarında ötesinde kırsal kesimde yerleşik sufî hareket olarak, uzun yüzyıllar kalıcı bir etkiye ve kendi içinden yeni dînî-sosyal bir takım hareketlere kaynaklık etmiş olmasıdır.""
- Babaîler İsyanı
5. "Devlet görev kabul etmeyen ulemayı Ebu Hanife ve başka örneklerde görüldüğü üzere bazen hapse atmak, hapiste dövmek ve hatta aç bırakarak ölüme mahkum etmek gibi zecri tedbirlere başvuruyordu."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
6. "Hatta Papa II.Pius'un Fatih'e ulaşmadığı bilinen,1460'larda yazılmış ünlü mektubunda, onu Hristiyanlığa davet ettiği, bunu kabul ettiği takdirde kendisini dünyanın en kudretli hükümdarı ve bütün doğunun ve batının imparatoru ilan edeceğini vaat ettiği malumdur"
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
7. "İslam'da yeterli din bilgisine sahip olan herkes imamlık yapabilir, camilerde vaaz verebilir, evlilik veya cenazelerde görev alabilir. Allah ile kul arasında ilke olarak aracılık etmek söz konusu değildir."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
8. "Tuğrul Bey'in 11.yuzyılın ünlü İranlı Kalenderi şeyhi ve şairi Baba Tahir-i Uryan-ı Hamedani ile ilgilendiğini , onun desteğini kazanmaya çalıştığını biliyoruz"
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
9. "Hoştur bana senden gelen:
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken..
Kahrında hoş lutfun da hoş."
- Yunus Emre
10. "Şeyh Edebali ve Osman Gazi ilişkisinin, 15.yuzyil sonlarıyla 16.yuzyıl başlarında kaleme alınan ilk Osmanlı vekayenamelerinin bir icadı olduğu açıklıkla oraya çıkmaktadır...
Aşikpaşazede, Baba İlyas Horasani'nin torunudur ve eserini 15.yuzyil sonlarında 2.Beyazit döneminin başlarında yazmıştır. Şeyh Edebali ise büyük dedesinin halifelerindendir. Dolayısıyla o eserini yazdığı sırada meselenin esasını bilen yoktur. O, Osman Gazi'yi büyük dedesinin halifelerinden birisinin damadı yaparak Osmanlı hanedanını büyük dedesi, dolayısıyla kendi soyuyla bağlantılı hâle getirmek suretiyle, çok muhtemeldir ki hem kendine büyük bir şeref payı çıkarmış, hem de vaktiyle devlete karşı ayaklanmış sülalesini böylece aklamış olsun."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
11. "Osmanlı'da iki İslam anlayışına '"devlet İslami" (resmi İslam) ve halk İslami ( geleneksel İslam) diyebiliriz. Fakat siyasallaşmış bu devlet İslamı ile halk İslamı arasında medrese İslamı (yahut yüksek İslam, kitabı İslam) ve tekke İslamı ( yahut mistik İslam) tabirleriyle nitelendirilebilecek olan, biri ulema, diğeri sufiler tarafından yorumlanıp temsil edilen iki İslam anlayışı veya tarzının unutulmamasıdır.
Osmanlı İslam'ının bu dört kesimi içinde devlet İslamı medrese İslamı ile tekke İslamı halk İslami ile sıkı sıkıya bağlantılıdır."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
12. "İslam alemi yeni çağların başından beri sürekli gelişen ve değişen muharref bir dinin mensubu Batı’nın her alanda elde ettiği üstünlük karşısında hak dinin mümini olduğuna ve parlak geçmişinin yüceliğine yürekten inanmış ama sebebini henüz tam kavrayamadığı halde kavradığını zannettiği geri kalmışlığın kompleksini biraz acıyla biraz gizli bir kıskançlıkla biraz da günün birinde yeniden parlak bir geleceğe kavuşacağı ümidiyle karışık yaşamaktadır. Bu dünyanın bir parçası da yaklaşık onuncu yüzyıldan beri büyük çoğunluğuyla Türklerdir. Türkiye bugün 1000 şu kadar yıl önce kabul ettiği İslam’ı böyle bir parçası olduğu İslam dünyasını ve kültürünü yeniden ciddi bir değerlendirmeye tabiî tutma noktasında tarihin dayatmasıyla karşı karşıya gelmiş bulunuyor."
- Türkler, Türkiye ve İslam
13. "... şeyh Edebali'nin, gerçekte Baba İlyas'ın halifesi olmak sıfatıyla o külte bağlı bir Vefai şeyhi olduğu açığa çıkmaktadır... Şeyh Edebali ve müridi Kumral Abdal'ın birer Rum Abdalı oldukları görülüyor. Onlar gibi Baba İlyas kültüne bağlı, bu sebeple aynı zamanda bir Vefai şeyhi olan meşhur Geyikli Baba da bir Rum Abdalıdır.
Bütün bunlar, Vefai tarikatının, Osmanlı Devleti'nin teşekkül sürecinde, bu güne kadar sanıldığından daha mühim bir rol oynadığini gösteriyor."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
14. "Kaygusuz Abdal'a göre; Hz. Muhammed "akıl bazarının sultanı", Hz.Ali ise; " ışık bazarının sultanı"dır."
- Kalenderiler
15. "Selçuklu ve Beylikler dönemi şehirlerinde genel olarak bir arada değil, birbirinden duvarla ayrılmış ayrı mahallelerde oturdukları anlaşılıyor...
Osmanlı döneminde şehirlerde Müslüman ve gayrimüslim mahallelerini duvarla ayırma geleneğinin ortadan kalktığını görüyoruz."
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
16. "Tekke İslamı yahut süfi İslam, İslamiyet'in Türklere esas itibariyle tasavvuf aracılığıyla girmiş olması sebebiyle, Türkler arasında şekillenen en eski İslami algı ve yorum biçimi sayılabilir."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
17. "Bu motifi ihtiva eden menkabelerden ilkine yine Menalub-ı
Hacı Bektaş-ı Veli'de rastlıyoruz. Rivayete göre Ahmed-i Yesevi'nin şan ve şöhretinin artmasını çekerneyen bazı kimseler, onu hırsızlıkla ittiham etmek için, boğazladıkları bir öküzü
gizlice tekkenin mutfağına bırakırlar. Ertesi günü hırsızlık şayiasını yayıp her tarafı aramaya başlarlar. Bu arada tekkeye de girerler; mutfaktaki öküzü görürler. Duruma çok üzülen Ahmed-i Yesevi, dua ederek iftiracıları hemen oracıkta herkesin
gözleri önünde köpek şekline sokar. İftiracılar önce ete saldırıp yerler, sonra birbirlerini parçalarlar."
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
18. "Abdal Musa bir gün müridlerine tekkeye bir gemi dolusu asker geleceğini haber verir; bunlar için yemek hazırlanmasını emreder.
Gerçekten bir saat sonra askerler sahile ayak hasarlar. Müridler onları alıp tekkeye getirirler. Askerler ocaktaki kazandan başka ortalıkta bir şey görmeyince aç kalacaklarını zannederler. O sırada şeyh dervişlere yemeği askerlere paylaştırmalarını bildirir. Yemek kepçe ile kırk bin askere paylaştırılır. Önlerinden artıncaya kadar yedikleri halde kazan yine dopdolu durur."
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
19. "Aleviliğin teolojisi, İslam içinde meydana gelen diğer bütün heteredoks yorumlar gibi senkretik ( bağdaştırmacı) bir teolojidir, yani Orta Asya'dan Balkanlar'a, 10 yüzyıldan zamanımıza kadar uzunan çok geniş bir mekan ve zaman boyutunda, bütün bu mekanların inanç ve kültürlerinden izler ala ala, tabi olarak kendiliğinden gelişmiş ve senkretik (bağdaştırmacı) bir teolojidir."
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
20. "Mevlana Şems-i Tebrizi'de gördüğü kalenderane tavra hayrandır. Onun derin melamet felsefesinden kaynaklanan dünyaya zerrece değer vermeyen, dünyanın peşinden kendini harap edercesine koşan insanlara karşı takındığı o tepeden bakış tavrına hayrandır."
- Türk Sufiliğine Bakışlar
21. "Rafizilik veya Kızılbaşlık, İslami ve mistik bir cila altında eski inançlarını koyu bir tutuculukla koruyan konargöçer halk kesimi içinde, kendisini vergiye bağlayıp yerleşik hayata geçirmeye zorlayan Osmanlı yönetimine karşı, bunalımı kullanmak suretiyle tahrik eden Şii propagandasınin etkisiyle oluşan yeni bir oluşumdur."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
22. "... medreseler, kanaatimizce Osmanlılarda genellikle bürokrasiye eleman yetiştiren kurumlara dönüşmüş, ulema da bürokrasinin bir parçası haline gelmiştir...
Bu sebeple, hiç bir zaman Emevi ve Abbasî dönemlerinde bazı örneklerini gördüğümüz yönetimden bağımsız bir ilim ve düşünce ortamını Osmanlı düzeninde pek göremediğimizi söyleyebiliriz. Zaten, Osmanlı devleti gibi güçlü bir merkeziyetçi ideolojiye dayanan İnce hesaplanmış bir askeri bürokratik yapıda, merkezden ve devlet ideolojisinden bağımsız bir ilim ve düşünce ortamının yeşermesi o kadar kolay olmazdı."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
23. "Ayrıca Baba İlyas'ın bu göğe çekiliş sahnesi, şamanların Gök Tanrı'yla buluşmak üzere at üstünde göğe çıkışlarını da çok hatırlatıyor"
- Babaîler İsyanı
24. ""Kalenderîler halk arasında hoşgörülü ve herkesle kolay geçinen kimselerdir. Bu sebeple bu huylara sahip kişilere 'kalender-meşrep' denir.""
- Kalenderiler
25. "Bir ben vardur bende, benden içerü"
- Yunus Emre
26. "... ısrarla vurguladığımız üzere, şeyh Edebali'nin Babai çevresine mensup bir Vefai şeyhi olduğunun kesin bulunmasına karşılık, ahiliğinin söz konusu olmamasıdır. Üstelik yalnız Edebali değil, çağdaşı ve onunla birlikte Osmanlı topraklarında yaşamış bulunan Geyikli Baba da Vefai şeyhidir."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
27. "Osmanlı İmparatorluğu, kendi güvenliği ve yönetimi ile ilgili problemlerin dışında, hakimiyeti altındaki tebaasına dini açıdan müdahalede bulunmamış, onu olduğu gibi muhafaza etmiştir."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
28. "Mesela şu anda bence yeterince vurgulanmadı; diyelim Cengiziye geleneği. Hani belki hatırlıyorsunuz, İbn-i Battuta, Orhan Gazi’yi ziyaret etmiş, çok şaşmış. Orhan Gazi o sırada yokmuş, bunun yerine işte hanımlarından biri misafir ağırlamış. İbn-i Battuta bunu çok garip bulduğu için kaydetmiş. Bu olay tamam diyelim bu 14. yüzyılın başında; ama 15. yüzyılın başında Timur, bir İspanyol elçisi Timur’un yanına gider ve orada Timur'un hanımları şölenlere katılıyorlarmış; hatta yabancı misafire içki ikram eden başhatun oluyormuş, kendisi de alıyormuş; ondan sonra büyük bir şeref olarak elçiye de sunuyormuş. Bunlar tabii çoktandır Müslüman; yani Timurlular. Oysa bu Moğollar'dan gelen bir gelenektir ve çok uzun bir süre boyunca devam etmiştir."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
29. "Bektaşiligin önemli inançlarından birini teşkil eden bu anasır
(unsurlar) telakkisinin, bazılarınca bizzat Hacı Bektaş'ın yazdıgı
kabul edilen Makalat'ta da kuvvetle işlendigi görülmektedir. Allah insanları bu dört unsurdan yaratmıştır. Dolayısıyla bu unsurların özelliklerini taşırlar. Abidler denilen şeriat ehli, yelden
yaratılmıştır. Zahidler, tarikat ehli olup oddan yaratılmıştır. Marifet ehli olan arifler, sudan, sonunculan teşkil eden mahabbet ehli muhibler ise topraktan yaratılmışlardır.
Bektaşiligin teşekkülünde hiç şüphesiz fikirleriyle ve şiirleriyle büyük bir rol oynayan XV. yüzyıl Rum Abdalları'ndan Kaygusuz Abdal'a ait oldugu söylenen bazı risalelerde de dört unsurun insan yaratılışındaki payı yine kuvvetle vurgulanmaktadır. Mesela Gülistan isimli risalede Allah'ın Adem'i yüzüne perde eyledigi ve bu perdenin su, toprak, ateş ve yelden yaratıldıgı ifade olunmakta,Sarayname'de ise Makalat'taki fikirler aynen tekrarlanmaktadır"
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
30. "Kitleler ugradıkları haksızlıktan kendilerini kurtaracağına iman ettikleri şahıslara insanüstü vasıflar yakıştırmakta, onların ölümsüz olduklarına inanmak istemektedirler.
Çünkü buna ihtiyaçları vardır. Bu sebeple zaman zaman bu ruh halinin bir dini inanç biçimine dönüştügü görülür.
Daha ilk çaglardan beri dünyanın muhtelif yerlerinde ölüm denilen olayın bir çeşit dünyadan yükseğe çıkma olarak kabul edildigine dair inançlar görülmüştür. Mesela piramitlerdeki metinlerden ögrenildigine göre eski Mısır dininde firavunların ölüm esnasında göge çıktıklanna inanılmaktadır. Bu çıkış bazan bir kuş, çekirge yahut uçan bir böcek şekline girerek, bazan da doğrudan yükselmekle olmakta ve firavun Güneş Tanrısı Ra tarafından kabul edilmektedir. Musevilikte ilyas Peygamber'in, ateşten atların çektiği bir arabaya binip göğe yükselerek düşmanlannın saldırılarından ve ölümden kurtulduğuna
inanılmaktadır.Hıristiyanlık'ta da Hz. lsa'nın çarmıha gerildikten (crucifixion) sonra yeniden dirildiği (resurrection) ve göğe çekildiği (ascension) inancı herkesçe malumdur. Aynı inanç bir farkla İslamiyet'te de mevcuttur. İslamiyet'te haça gerilenin Hz. lsa olmayıp Allah tarafından ona benzetilen münafık bir havari olduğu ve ölmeden önce Hz. lsa'nın sağ olarak Allah katına çıktığı kabul edilir"
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
31. "" Kainattaki her şeyin, tek yaratıcı olan Allah'ın tecellisi olduğu, gerçek varlığın O olması dolayısıyla bütün varlıkların hakikatte O'nun varlığından başka bir şey olmadığı" şeklinde özetlenebilir."
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
32. ""Kısacası zındık ve mülhid, Bernard Lewis'in ifadesiyle, Sünnilik dışı her türlü şüpheli inancı, materyalizmi, ateizmi, agnostisizmi ve önünde sonunda, inanç, devlet ve toplum düzeni için tehlikeli olduğuna inanılan her türlü fikri ve dini eğilimi belirleyen bir terim olmuştur. Dikkat edilirse, bu sayılanların hepsini ortak bir paydada, "Sünnilik dışı olma" noktasında toplamak mümkündür.""
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
33. "Zındık kelimesi, Sasaniler devri Farsçasında kullanılan zendik sözünün Arapçalaşmışıdır. Zendik daha o devirde İran'da, zend'i tatbik eden, yani Zerdüşt'ün ünlü kitabı Avestayı değişik bir görüşle yorumlayan ve Zerdüştlük karşısında heteredoks bir zümre telakki edilen Maniheistlere denmekte olup giderek sapkın (heretik) manasına kullanılır olmuştur."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
34. "Konstantiniyeyi fethetmek II. Mehmet için bir anlamda asıl saltanatı fethetmek olacaktı."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
35. ""Zekanın en sivri noktası şüphe ve tereddüttür." alıntısı yapılmış. Ama islam âlimlerinden Şehristani de her şey şüphe ile başlar demektedir."
- Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası
36. "Fatih Sultan Mehmed'i Konstantiniyye'yi fethe götüren ideolojik motifler arasında, en temel olanı, orasını kendi mutlak saltanatının hâkimiyetinde kurmayı hayal ettiği dünya imparatorluğunun her bakımdan merkezi yapmak idealiydi."
- Yeniçağlar Anadolusu'nda İslam'ın Ayak İzleri
37. "Bektaşi menakıbnamelerinde dağ ve tepe kültünü çağrıştıran bazı menkabelere rastlanmaktadır. Mesela Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli'de devamlı olarak bir Arafat Dağı'ndan bahsedilir.
Hacı Bektaş Sulucakaraöyük'e geldiği zaman, köye yakın olan bu tepeye çıkmış, oradaki bir mağarayı kendine devamlı inziva yeri olarak seçmiştir. Vilayetname-i Hacım Sultan'da, Hacım'ın daima yüksek tepeler üzerinde ibadet ve riyazatta bulunduğu belirtilir. Bir menkabesinde, Genniyan ilindeki bir tepe üzerinde günlerce yemeden, içmeden riyazat yaptığı anlatılır. Sair günlerde dervişleriyle beraber daima aynı tepede dua etmektedirler. Bir başka menkabede anlatıldığına göre: yine aynı bölgede Kızılburun adını taşıyan bir tepe vardı. Hacım Sultan zaman zaman burada da inzivaya çekilir ve geceli gün düzlü sağ ayağı üzerinde tam kırk gün dururdu."
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
38. "Nasıl Anadolu şehirlerinde Hristiyanlığa geçiş döneminde eski ilkçağ tanrıları aziz şekline dönüştürerek putperestlikten Hristiyanlığa yumuşak geçiş sağlanmaşsa , bu sürecin benzeri, Hristiyanlıktan Müslümanlığa geçerken tekrarlanmistir. Bir kısım Hristiyan azizlerinin, özelikle İlk dönem şehitlerinin (martyr) mezar veya makamları, Türkler arasında evliya olarak algılanmaya başlanmış, böylece bu mezar veya makamlar hem Hristiyan , hem de Müslüman halk arasında ortak ziyaretgahlar haline dönüşerek bir yakınlaşma ortamı oluşturmuştur. Aya Yorgi- Hızır İlyas özdeşligi buna iyi bir örnektir. Hacı Bektaş Veli'nin, Ürgüp yöresi Hristiyanlarinca Aya Haralambos adıyla takdis edildiğini biliyoruz."
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
39. "Saçları, sakalları ve bazen bıyıkları ve kaşları kazınmış, belden yukarılari çıplak, sırtlarında bir hayvan postu, boyunlarında aşık kemikleri ve çıngıraklar, bellerinde baltalariyla dolaşan bu dervişler Allah'ın insan bedenine girip insan kılığında göründüğüne, beden öldükten sonra ruhun başka bir bedende yeniden dünyaya geldiğine inanıyorlardı. Namaz kilmadiklari, oruç tutmadikları, içki içtikleri, esrar kullandıkları için uğradıkları şehir ve kasabalarda çoğunluğu halkın ve ulemanın kinamalarina ve bazen hakaretlerine muhatap oluyorlar, kırsal bölgelerde ise büyük bir saygıyla karşılanıyor ve evliya muamelesi görüyorlardı... kendilerini Müslüman olarak tanımlıyor ve fethettikleri topraklarda zaviyeler kurararak yerli Hristiyanlık halk arasında bu Müslümanlık anlayışını yayıyorlardı. Oralardaki efsaneleri, eski aziz menkabelerini, hatta Kitabı Mukaddes hikâyelerini kendilerine adapte ederek yeni menkabeler yaratıyorlardı. Bu, rastgele yapılan bir şey olmayıp, esasında oralarda kendi Müslümanlık anlayışlarını yaymak için kullandıkları bir yöntem idi."
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
40. "Sultan unvanı İslam tarihinde münhasıran Müslüman hükümdarların, bu arada Müslüman Türk hükümdarlarının en çok kullandıkları unvanlardan biridir. Sultan unvanının aynı zamanda tasavvuf tarihinde büyük süfi şeyhlerine de verilmekte olduğunu hatırlatalım. Kur'an'da "güç, otorite, delil vs" anlamında sıkça zikredilen bu kelime, İslam tarihinde güçlü hükümdarlar tarafından kullanılmıştır. Genellikle Kur'an'daki dinî anlamın tesiriyle olsa gerek, Müslüman hükümdarların bu unvanı münhasıran İslam kamuoyu nazarındaki meşruiyetlerini temsil eden bir unvan olarak tercih ettikleri dikkati çekiyor."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
41. "Fleischer, Fatih Mehmed'in şeriat ve kanunun geniş ölçekli uygulamasını kurduğu medreselerle müesseseleştirmekle beraber hiçbir zaman katı bir şer'î zihniyet sahibi olmadığını, şeriata devletin yapısını desteklediği ölçüde sahip çıktığını özellikle vurgular. Onun İslam'ın felsefi ve mistik yönüyle daha çok ilgilendiğini, "şeriatın alçak gönüllü bir hizmetkârı" olmayı değil, bir "filozof kral," tasavvufun "insan-ı kâmili olmayı hedeflediğini söylerken, onun hakkında kanaatimizce isabetli ve yerinde bir teşhis koymuştur."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
42. "İlim ilim bilmekdür
İlim kendin bilmekdür
Sen kendüni bilmezsin
Ya niçe okumakdur
İlm okumakdan murad
Kişi Hakk'ı bilmekdür
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emekdür"
- Yunus Emre
43. "‘Bizim milletimiz tarihine taparcasına bağlı ve sadıktır. Ona laf söyletmez ama iş o tarihin bıraktığı eserleri korumaya gelince sanırım yeryüzündeki en hoyrat, en duyarsız ve en tahripkâr milletlerden birisidir.’"
- Arı Kovanına Çomak Sokmak
44. "Şeyh Bedreddin ve onunla bağlantılı Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanları zaman zaman 1240'taki Babai isyaniyla aynı mahiyette görülmüştür...
İdeolojilerindeki benzerliğe rağmen, daha detaylı bir analiz yapıldığında, birinin ideolojisi daha çok İslami cila altında İslam öncesi inançlarla karışık bir mehdicilik, diğerininki ise yine mehdici bir karaktere sahip bulunmakla beraber, İslam, Hristiyanlık ve Museviliğin birleşiminden doğan bir bağdaştırmacılık, telfik'tir."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
45. "Bu zoraki yer değiştirme (sürgün) politikası Kürt boylarına da uygulanmış ve 16. Yüzyıldan başlayarak 19.yüzyıla kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki bazı Kürt oymakları, Orta Anadolu'nun Konya, Haymana ve Kırşehir ovaları gibi muhtelif bölgelerinde iskana tabi tutulmuştur."
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
46. "Zındık kelimesi İslam Orta çağında, İlk önceleri gizli Maniheistler için kullanılmakta iken zamanla böyle olsun olmasın, bütün Sünnilik harici kimselere de teşmil edilmiş ve sapkın (heretik) manasında genelleştirilmiştir. Zındık'ların Abbasiler devrinde, bilhassa halife Memun tarafından kurulan ve bir çeşit engizisyon müessesesi olan Mihne tarafından ağır cezalara çarptırıldıkları bilinmektedir."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
47. "Türkiye'de cami Müslümanlığı, türbe Müslümanlığına daha Selçuklular zamanından beri bir çeşit soğuk savaş açmış, fakat bu savaşın galibi her zaman ikincisi olmuştur."
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
48. "Mah-ı Muharrem irdi yakup dâğ-ı ğam gönül
Kan akıdur bu dîde-i giryân ya Hüseyin"
- Kalenderiler
49. "XV. Yüzyılda Osmanlı topraklarında Kalenderi zümreler arasında belirgin Şîî tesirler olarak nitelendirebileceğimiz yaygın bir Hz. Ali kültürüne, Hz Hüseyin ve Kerbela ile ilgili matem geleneklerine ve buna bağlı olarak Hz Hüseyin kültüne rastlanabilmektedir."
- Kalenderiler
50. "Ricaut asıl çarpıcı bilgileri, Mûsirrîn ( Muserins) adıyla zikrettiği zümre hakkında vermektedir ki aynı şekilde Osmanlı kaynaklarına yansıyan bir zümre de budur. " Sır gizleyenler" anlamına gelen bu kelimede kastedilen"sır" yazara bakılırsa, uluhiyet kavramını inkar etmek, yani ateizmdir"
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
51. "... Zındık ve mülhid [...] Sünnilik dışı her türlü şüpheli inancı, materyalizmi, ateizmi, agnostisizmi ve eninde sonunda, inanç, devlet ve toplum düzeni için tehlikeli olduğuna inanılan her türlü fikir ve dini eğilimi belirleyen bir terim olmuştur..."
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
52. "Bize didar gerek dünya gerekmez
Bize ma'ni gerek da'vi gerekmez"
- Yunus Emre
53. "Şeyh Bedreddin'in en ufak bir şekilde Alevilik temayülü taşımamasına rağmen, onun gibi büyük bir Sünnî alimin mensuplarının bugün Aleviler'den ibaret oluşu ilginç bir olaydır. Zaten Safevî devletinin"
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
54. "Türkiye’de tarihçiliğin ana karakteri ‘’Türkosantrik’’ olmasıdır. Dünyada sadece biz Türkler varmışız ve milletimiz, tarihimiz hatasız, kusursuz ve muhteşem tek tarihmiş gibi düşünülüyor; genel görünümü itibariyle Türk tarihine odaklanmış bir tarihçiliğimiz var. Kendi tarihimize eleştirel bakmak sapkınlık gibi görülüyor. Bu yüzden başka toplumların, hatta burnumuzun dibindeki komşularımızın tarihini ve kültürünü hiç merak edip incelememişizdir."
- Arı Kovanına Çomak Sokmak
55. "Onlar geldiğinde buranın asıl halkı, müslüman kaynaklarınca Rum denilmekte olup, Anadolu'nun Hristiyanlaşmış ve batı Anadolu kentlerinde mevcut bir kısım Grek unsuruyla da karışmış eski yerli ahalisiydi. Doğu Anadolu nüfusunun önemli bir kısmını ise Gregoryen Ermeniler ve monofizit Yakubiler oluşturmaktaydı. Daha güneyde, Mardin yöresinde ise Süryaniler bulunuyordu.
Ortaçağ Türkiyesi'nde etnik karışımın diğer bir boyutu da Anadolu'daki Kürt nüfusuyla ilgilidir. İran, Irak ve Anadolu arasındaki, her üç ülkeden bir kısmını içine alan ve eski İslam kaynaklarında coğrafi bir terim olan Kürdistan adıyla tanımlanan bölgede Kürtlerin mevcudiyeti bilinmektedir. Bunların da büyük çoğunluğu hayli evvelden Arap fetihleri esnasında İslam'a geçmiş olup bir kısmı da Yezidî idi."
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
56. "Kısaca Türkiye’de kabaca söylemek gerekirse biri kimliğini tarihinden inancından geleneksel değerlerinden kısaca kendi kültüründen aldığı özelliklerle belirleyen, diğeri bunların yerine Batı’nın kültür değerlerine sahip çıkan başka bir kimliği sahiplenmeye çalışan iki kesim yaşamaktadır. Cumhuriyeti kuranların Osmanlı döneminde İslam’ın kişi üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmasına duydukları tepki sonucu İslam’ı yalnızca bir vicdan meselesi olarak görmelerinin yanlışlığını işaret eden Şerif Mardin bunun sonucunda oluşturulan radikal laiklik anlayışının toplumda yarattığı boşlukları Kemalizmin dolduramadığına dikkati çekmekte ve haklı olarak bu tutumun doğurduğu tepkinin Türkiye’de iki ulus yaratma tehlikesine kapı açtığını vurgulamaktadır."
- Türkler, Türkiye ve İslam
57. "950'lere doğru Çar Petros zamanında Bulgar kökenli Paulusçular arasından Bogomil adında aşağı tabakaya mensup bir papaz çıkarak yeni bir mezhep kurdu. Bu mezhep özellikle Bulgar veya Yunanlılaşmış yüksek tabaka mensuplarına, Slav köylüleri arasında çok revaç bulmaya başladı. Bogomiler yüksek Ortadoks ruhban sınıfına da karşı koyuyor, özel mülkiyeti, lüks hayatı, evliliği, hayvanî gıdaları ve içki içmeyi protesto ediyorlardı. Tevrat'ı kabul etmiyor, Hz Meryem'in kutsallığını red ve kilise ayinlerini protesto ediyor, ikonolara ve haça saygı duymuyor, bunlara nefret besliyorlardı."
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
58. "İslam tarihinde zikre değer en eski ve en önemli dinde tasfiye hareketi hiç şüphe yok ki, günümüzdeki uzantıları dikkate alındığı takdirde, İbn Teymiye'nin (ö. 1328) Hanbeli mezhebi içinde başlattığı harekettir. 13.yuzyılda Ortadoğu İslam dünyanda Moğol istilasının sebep olduğu ve içtimai buhranın henüz silinmediği bir sırada beliren İbn Teymiye'nin başlattığı"Selefiye" hareketi, 16.yüzyılda Osmanlı imparatorluğunda Birgivi ekolünü; 17. Yüzyılda konumuz olan Kadızadeliler hareketini; 18 yüzyılda Vehhabilik hareketini doğurmuştur. 19.yüzyılın sonlarıyla 20.yüzyılın başlarında ise, Cemalettin-i Afgani (ö.1897) ve Muhammed Abduh (ö.1905) kanalıyla etkilerini nihayet ulaştırması bakımından İslam düşünce ve içtimai tarihinin en önemli olaylarından birini teşkil eder."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
59. ""Cin denilen varlıklara gelince, bunlar aslında insanların kendi hayallerine göre tasavvur ettikleri mevhum şeylerdir. Bu sebeple insanlar bunları kendi istidatlarına göre şekillenmiş olarak görebilirler veya göremezler, ama bu onların gerçekte var oldukları anlamına gelmez.""
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
60. ""Ben (Tuğrul Bey) bu işin başlangıcında Horasan'da idim. Bir gün beni havaya kaldırdılar. Etrafımı sis bürümüştü. Burnuma güzel bir koku geliyordu. Bana, gaipten biri, 'Ne istersen olacak' dedi. Ben de 'Uzun ömürden başka bir şey istemem' diye yanıtladım. Bunun üzerine 'Senin yaşın yetmiştir" dediler" (Zübdat, s. 25; Ahbar, s. 15-16)."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
61. "Hristiyanlık öncesi dönemde de Roma imparatorlarının "tanrı" kabul edildiklerini ve bu statülerinin Hristiyanlığın resmi din olarak ilanına kadar unvanlarında yer aldığını hatırlayalım."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
62. "Şurası muhakkak ki, 21 yaşında "Konstantinopolis veya Konstantiniyye Fatihi", Ebul'l-feth ve'l-megâzi olan Sultan 2. Mehmed'in zihinsel arka planına nüfuz etmeye çalışmak ciddi bir meseledir ve kolayca belirlenebilecek bir şey değildir."
- Yeniçağlar Anadolusu'nda İslam'ın Ayak İzleri
63. "Burada düşülen yanlış bizce, İslam'ın, Müslümanların tarihiyle özdeş görülmüş olmasıdır. İşte bu yüzden muhafazakar genç kuşak Türk din ve tasavvuf tarihçilerinin çoğu, akademik bir formasyondan gelmelerine rağmen, bu açmazdan kendilerini kurtaramamakta, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Ahi Evran ve benzeri konularda yazdıkları kitap ve makalelerde, genellikle tarihte yaşamış Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Ahi Evran vb. yerine, kendi ideallerindeki kişileri anlatmaktadırlar."
- Türk Sufiliğine Bakışlar
64. "Türkler'in lslamiyet'i kabul etmeden, dolayısıyla Anadolu'ya gelmeden evvel Orta Asya'daki tarihleri boyunca etkisi altında kaldıkları iki büyük kültür dairiresini, yukarıda açıklamaya calıştığımız üzere, Çin ve İran kültür dairderi Teşgil etmekte buna ilave olarak kısmen de belirli çevrelce münhasır kalan Hıristiyan ve Musevi kültürü bahis konusu olmaktadır. Orta Asya'da Türkler'in kendi kültürleri temelde varlığını korumuş, fakat belli ölçüde işaret edilen etkilerle beslenmiştir. X. yüzyıl da kitleler halinde Islamiaşma başlamış, başta Oğuzlar olmak üzere muhtelif Türk zümreleri bu yeni ve tamamen değişik mahiyetteki dinin kültür çerçevesine dahil olmuşlardır. Yalnız burada unutmamak gerekir ki, Türkler lslam kültürünü, kendi öz kültürleriyle yoğrulmuş iran ve Çin (Budist) kültürünün etkilerini almış olarak tanımışlardır."
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
65. ""Bu dünyada bir şeye yanar içim, tutuşur özüm,
Genç yaşında ölenlere, olgunlaşmamış ekini biçmiş gibi.""
- Yunus Emre
66. ""Ağaç ata (tabuta) bindirirler,
Mezarlığa gönderirler.""
- Yunus Emre
67. "Bugün Alevi zümreleri etnik kökenleri itibariyle değişik unsurları içine alır. Alevi Türkler olduğu gibi, Alevi Kürtler, Kürtleşmiş Alevi Türkler, Turkleşmiş Alevi Kürtler, abdallar, hatta beş altı kuşak ve belki daha eski devirlerden itibaren ihtida etmiş olup köken itibariyle Anadolu'nun yerli halklarının torunları olan Aleviler vardır. Şurası gerçektir ki, Alevilerin büyük çoğunluğu Türk kökenli olup ikinci sırayı Kürt kökenliler alır."
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
68. "Akli ilimlerin tahsili caiz değildir, Hızır hayatta olamaz; Ezan, mevlit, Kur'an vs'yi makamla okumak haramdır; sema ve deveran haramdır; Hz. Muhammed'in ebeveyni kafirdir; Firavun'un imanı makbul değildir; Muhyeddin-i Arabi kâfirdir; Yezide lanet vaciptir; Bütün bidatlar istisnasız haramdır; Kabir ve türbe ziyareti caiz değildir; cemaatle nafile ibadet yapılamaz vs."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
69. "Alevi araştırmacılar çoğu, Aleviliği Hz Ali ile Muaviye'nin hilafet çatışmaları ile başlatırlar. Bunu İlk bakışta doğru gösteren, Aleviliğin ana inanç konusu olan Hz Ali'dir. Oysa bu başlangıç noktası Şiilik için geçerlidir ve çok bilindiği üzere Şiiliğin tarihi gerçekten burada başlar."
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
70. "..." Birileri Fatih Sultan Mehmet han hazretleri demeden adını ağzına almaz, diğerleri, "Bizans'ta şu kadar adam kesti, koca Bizans medeniyetini yerle bir etti."der. Biz bu kültürel çatışma yüzünden tarih bilincimizi bozduk."
- Tarihçinin Yolculuğu
71. "..."Güler misiniz, ağlar mısınız? Yani halkımız gerçeğe inanmayı reddediyor, hayali şahsiyete, efsaneye inanmayı tercih ediyor. Bakalım ne zaman kafamızı kumdan çıkarmak nasip olacak ve rasyonelleşebileceğiz, gerçekle karşılaşmaktan korkmayacağız...""
- Tarihçinin Yolculuğu
72. "Eski Türkler'e göre bütün tabiat, bugün ancak ruh diye ifade edebildiğimiz gizli güçlerle doludur. Dağlar, tepeler, ağaçlar ve kayalar hisseden, işiten, iyilik veya kötülük yapabilen varlıklardır; daha doğrusu bunları yapan onlardaki gizli güçlerdir. Bundan dolayıdır ki, eski Türkler bu varlıkların bizzat kendilerine değil, işte bu gizli güçlere takdis hissi beslemişler ve korku, minnettarlık, saygı karışımı bir tavır takınmışlardır."
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
73. "Gam-ı dünya bizi bilmez, Veli Muharrem'de,
Sehid-î Kerbelâ için bir ah u vahamız vardır."
- Kalenderiler
74. "Kalender kelime anlamı olarak büyük bir ihtimalle Sanskritçe kalandara (kanun,nizam dışı, düzeni bozan) kelimesinden alınmış olabileceği büyük bir ihtimaldir.
Ve XI. yüzyılda iyi e ortalıkta isim yaptığı görülmektedir."
- Kalenderiler
75. "Abbâsi İmparatorluğu'ndaki Mevali tabakasına mensup esnaf kesiminin içinden doğup gelişen güçlü bir mistik harekettir."
- Kalenderiler
76. "Osmanlı medreselerinin bilimsel altyapısı, bir yanıyla biri Mısır, Suriye gibi daha muhafazakâr, ikincisi Irak ve İran gibi daha müsamahakâr ve tasavvufi, üçüncüsü ise daha felsefi ve akılcı bir zihniyetin temsilcisi olan Maveraünnehr olmak üzere üç önemli bilimsel damardan beslenmekteydi. Bu aynı zamanda her damarı temsil eden fevkalade işlenmiş güçlü ve zengin ama geleneğe bağlı, muhafazkâr bir literatürün de Osmanlı medreselerine intikal ettiği anlamına geliyordu. Osmanlı medreseleri ve uleması bu renkli ve güçlü geleneksel ve muhafazakâr bilimsel gelenekleri devralmakla beraber, bu noktada kalmadı, bunu belli ölçüde geliştirdi, lakin geleneği sürdüren muhafazakâr çizginin pek dışına çıkmadı. Bu geleneğin bilimsel mirası olan literatür, Osmanlı biliminin -özellikle dinî bilimleri kastettiğimizi vurgulayalım- bu kozmopolit muhafazakâr gelenek üzerine inşa edilmiş olduğunu gösterir."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
77. "Anadolu topraklarında 12. yüzyıl başlarından itibaren yeni bir sentez halinde oluşmaya başlayan bu Müslüman Türk kültürünün ana besleyici kaynakları esas itibariyle Orta Asya ve Orta Doğu kökenlidir ve geniş çapta sufiliğin etkisini taşır. Bugün de Turkiyey'de halk kültürü hâlâ bu etkiyi hemen hemen bütün alanlarında kuvvetli bir biçimde yansıtır. Bunun en reddedilmez delili, halen de halk Müslümanlığının evliya kültü merkezli oluşudur. Bu kültürün gereği gibi tanınması bakımından Selçuklu dönemi din ve tasavvuf tarihinin bütün boyutlarıyla iyi bilinmesine ve tanınmasına sıkı sıkıya bağlıdır. Buna ilaveten, Osmanlı dönemi din ve tasavvuf tarihinin de aynı şekilde bu dönem sufilik tarihine bağlı olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir."
- Türk Sufiliğine Bakışlar
78. "Selçuklu döneminde bir kaynak, o devirde toplum dışı kabul edilen bir takım gezici derviş zümrelerin (Kalenderiler) bile, ulemanın muhalefetine rağmen camileri mekan tuttuklarını, hatta köpekleriyle ikamet ettiklerini, şikayetçi bir tavırla yazar."
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
79. "Bu Yunus'u andılar
Kervan geçti dediler
Ben menzile eriştim
Kervan koyusu değil"
- Yunus Emre
80. "Her şey değişmezlik üzerine, her şey bu değişmezliğin zirvesini ve bunun mükemmelliğini temsil eden İstanbul'un ihtişamını yeniden üretmek, genişleterek üretmek üzere ve sistemin kilit taşı olan padişahı dokunulmaz, erişilmez bir, adeta, minik yeryüzü tanrısı haline getirmek üzere örgütlenmiştir."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
81. "Menkıbe çok üniversal zamanları ve mekânları kapsayan bir olgudur ve özellikle dünya tarihini kapsayan büyük siyasal oluşumlarda çok önemli rolü vardır."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
82. "Zaten Arap ulemasının hemen her devirde Türklerin Müslümanlığını
sorguladıkları bilinmeyen bir şey değildir."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
83. "Burada kastettiğimiz bilgilenme, stratejik ve uluslararası ilişkiler çerçevesindeki bilgilenme değildir. Bu , son on onbeş yıldan biri kurulan çeşitli kurumlarca çok az yaratılabilmektedir. Bizim kastettiğimiz bilgilenme veya bilgi birikimi, akademik çerçevedeki bilgi birikimi olup bunu sağlayacak olan, hiç şüphesiz üniversitelerin sosyal bilim fakülte ve bölümleridir. Ama ne yazık ki bunlar, resmi ideolojinin gölgesinden çıkıp bu tür ciddi faaliyetlerle uğraşmıyorlar."
- Türkler, Türkiye ve İslam
84. ""Hiç bilmem ben sıra kimin,
Aramızda gezer ölüm.
Halkı bostan edinmiştir,
Dilediğini koparıp alır ölüm""
- Yunus Emre
85. "Başında aklı olan
Ücrete amel itmez
Hurilere aldanmaz
Göz ile kaşdan geçer
Yunus'un gönli gözi
Toludur Hak sevgisi
Sohbet ihtiyar iden
Yad u bilişden geçer"
- Yunus Emre
86. "“Tasavvuf nasıl doğdu ve nasıl gelişti?
Bu sorunun cevabı, Batı'da ve İslam dünyasında, bu arada Türkiye'de yapılan çalışmalara göre değişir. Batı'da özellikle klasik Oryantalist bakış açısından yapılan çalışmalar, "tasavvufun İslam inanç ve kültürünün orijinal bir ürünü olmayıp, İslam’ın yayılması sırasında fethedilen ülkelerdeki eski mistik kültürlerin etkisiyle oluşan Sünni İslama tepki mahiyetinde paralel bir İslam yorumu olduğu" tezi üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bu tez günümüzde de Batı dünyasında kısmen sürdürülmektedir.”"
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
87. "İbn Arabiciliğin bir devlet tarafından resmen bu derece sıkı hatta katı bir siyaset haline getirildiğinin başka bir örneği yoktur."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
88. "Geleneğe göre Üveysî olduğu bilinen ilk mutasavvıf, İbrahim b. Edhem'dir."
- Veysel Karani ve Üveysilik
89. "Kendisi de bir Kalenderî olan Kaygusuz Abdal eserlerinde oldukça hakim bir Hz.Ali kültü görünmektedir."
- Kalenderiler
90. "Model olarak Budist ve Maniheist rahipleri taklit ettikleri gözlenmektedir. (Eşya ve elbiselerinin dışında hiçbir şeye sahip bulunmamak bekar ve gezgin olmak)"
- Kalenderiler
91. "Tuğrul Bey'le beraber Bağdat'a gelen Mu'tezilî âlim 'Ali b. Hasan kentte fazla kalmadan hemen Nişabur'a dönmüş ve burada vaizliğe başlamıştı. Yıllar sonra Melikşah onu Nişabur'da görmüş ve niçin kendisini karşılamaya gelmediğini sorunca "hükümdarların hayırlısının ulemanın ayağına gelen, şerlisinin ise hükümdarların ayağına giden olduğunu, bu yüzden gelmediği" cevabını vermiştir."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
92. "Osmanlı İmparatorluğu özellik Fatih Mehmed'in başlattığı sürecin 16. yüzyılda kemale ermesinden itibaren tebaası, hanedanı ve merkezi iktidarıyla birlikte " siyasallaşmış İslam parantezinde Rumi, Türki ve Farsi özellikler, katkılar taşıyan bir İmparatorluktur."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
93. "Edebali bir fıkıh alimi midir? Bana göre büyük bir ihtimalle değildir. Çünkü Şakayık-ı Numaniye'dekı Taşköprülüzade'nin ifadesi hariç, hiçbir kaynak Edebali'den hukuk tahsil etmiş, Osman Gazi'nin danışmanı olan bir kişi olarak bahsetmiyor. Yalnız "ilm-i rüya-yı hûb bilirdi" diye Aşıkpaşazade'de, Neşri'de ve Oruç Bey'in tarihinde geçer."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
94. "B. Ahmed-i Yesevi Problemi
Bunlardan birincisi, Orta Asya'da İslâm'ın yayılmasına ön ayak olan ve Ahmed-i Yesevi ile başlayan erken Türk sufilik geleneğini; ikincisi, aslında bu birincisinin de ana kaynaklarından birini teşkil eden ve aynı zamanda üçüncüsünü de geniş ölçüde etkileyen Horasan Melametiyyesi'ni, yani İran sufiliğini; üçüncüsü ise, ilk ikisinin oluşturduğu temelde yaratılmış, Mevlana, Hacı Bektaş ve Yunus Emre tarafından temsil edilen Anadolu sufiliği sentezini oluşturur."
- Türk Sufiliğine Bakışlar
95. "E. Ahmed-i Yesevi'nin fikirleri ve öğretisi
Bugüne kadar yapılan çalışmalar, Ahmed-i Yesevi'nin sufiyane düşüncelerini ve öğretisini bize yansıtan, daha doğrusu Ahmed-i Yesevi'ye izafe edilen başlıca üç kaynaktan söz edildiğini gösteriyor: 1) Defter-i Sani adıyla anılmakta olup Divan-ı Hikmet'in bugün bilinen çeşitli versiyonlarını ihtiva eden nüsha, 2) Fakrname 3) Risale"
- Türk Sufiliğine Bakışlar
96. "Hepinizin de bildiği gibi Avrupa kıtasında kurtlar öldü. Yaşadığı tek yer Roma civarındaki Abruzzi'lerdir. Hâlâ orada kurt ulumaları duyarsınız ve birtakım meraklı turistler de hususi Abruzzilere giderler bunun için."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
97. "İşte daha yakından bakıldığında bunların yalnızca Rûm Abdalları denilen, bu çok genel ifadeyle ifadelendirilen bir zümreden ibaret olduğunu görüyoruz. Bunların içerisinde Mevleviler yok. Bunların içerisinde Kadiriler, Rufaîler yok, ki bunlar Selçuklu döneminden beri Anadolu'da mevcut, bayağı da nüfuz sahibi sûfi çevrelerdir."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
98. "" (...) böyle olunca Cennet ve Cehennem, huriler, nehirler, köşkler vs cahil halkın sandığı gibi değildir. Çocukları bir işe sevk etmek için nasıl onların hoşuna gidecek birtakım semboller kullanılırsa, bunlar da öyle temsili kavramlardır (...) ayrıca bir Cennet ve Cehennem yoktur, ikisi de dünyadadır. Insanlar doğru yoldan sapmasınlar, kötülüğe meyletmesinler diye bu kavramlar konulmuştur.""
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
99. "Ahmed-i Yesevi ve Yesevilik kültürünün etkileri o kadar köklü idi ki, bu etkiler yalnız Nakşibendiliğe içerisine nüfuz etmekle kalmadı, Orta Asya'da Nakşibendilik'in rakibi olan Kübrevilik tarikatı içine de nüfuz etti. Başka bir ifadeyle, Orta Asya süfiliğinin temeli Ahmed-i Yesevi ve Yesevilik tarafından o
kadar güçlü bir şekilde atılmıştı ki, sonraki her sufi cereyan mutlaka kendisini bu temele oturtmak zorunda olduğunu gördü."
- Türk Sufiliğine Bakışlar
100. "Bunun üzerinde ısrarla durmak gerekmektedir."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
101. "Laikliği korumanın yolu, mevcut laiklik siyasetinin halk çoğunluğunda yarattığı tepkiyi kullanarak iktidara gelen siyasi partileri hukuk ve demokrasi dışı yöntemlerle iktidardan uzaklaştırmaktan ziyade, bu tür partilerin ortaya çıkış ve hatırı sayılır bir kalabalığı arkasına takış nedenlerini anlamaya ve sağ partilerin niçin “dini siyasete âlet etme” yoluna saptıkları sorusunun cevabını aramaya yönelmektir. Bu konuda ciddi bilimsel araştırmaları devreye sokmak için Türkiye oldukça geç kalmış olmakla beraber, böyle bir yola şimdi dahi olsa mutlaka girme zarureti de ortadan kalkmış değildir."
- Türkler, Türkiye ve İslam
102. "Gerçekten de Osmanlı Devleti'ni kuran temel unsur olan Türkler, tarih içinde kendi anayurtları olan Orta Asya'dan, Islâm'ı kabulle birlikte Ortadoğu'ya, eski antik imparatorlukların mirasını taşıyan islam topraklarına intikal etmişler, nihayet Anadolu'yu ele geçirerek Bizans'la temasa geçip sonunda ona varis olmuşlardır."
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
103. "İbnü'r Ravendi'ye göre akıl vahiyden her zaman üstündür, Peygamberlerin mucizeleri basit sihirbazlıklardan başka bir şey değildir. İbadetler tamamiyle lüzumsuz ve faydasızdır."
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
104. "(10. yüzyılda) Orta Asya'da muhtelif Türk boylarını dolaşan İbn-i Fadlan, Oğuzlar arasında kelime-i tevhidden öteye gitmeyen bir Müslümanlık bulunduğunu belirtir."
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
105. ""Anadolu'ya İslam'ın girişi ve yayılması, esas itibariyla, Anadolu Selçukluları zamanında olmuştur. (...) Bu devletin Anadolu'da İslam'ın ve Türklerin yerleşmesindeki payı gerçekten büyük olmuştur.""
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
106. "İslam ile İslam'ın tarihinin, İslam ile, İslam devletinin farklı şeyler olduğunu, birincisinin bir din, ikincilerin ise ona mensup insanların, dolayısıyla tarihin yarattığı olgular olduğunu unutmamak, İslam ile tarihini, İslam ile Devleti ve dolayısıyla siyasete özleştirmenin en büyük yanlış olduğunu bilmektir."
- Türkler, Türkiye ve İslam
107. "“Şeyh Bedrettin, bazen kitap okumakta iken birden hayalinde tanımadığı herhangi biri canlanır. O kişi ertesi gün canlı bir kişi olarak onu ziyarete gelir. Bir gece, yarı uyanık bir haldeyken, ruhunun ocakta yanmakta olan bir odunun çıkardığı sese benzer bir ses çıkardığını duyar. Kendine geldiğinde hakikaten orada yanmakta olan odunun aynı sesi çıkardığını fark eder. Ona göre bu, kendi varlığıyla odunun aynı ilahi cevheri taşımasından ileri gelmektedir.
Yine bir gece hafif bir uyku halindeyken, birdenbire bütün kainatın Allah olduğunu fark eder; coşar ve "Ya Allah!" diye haykırır; dili Allah'ın dili olmuştur.”"
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
108. "“Osmanlı dönemi İran-Türkiye tasavvufi ilişkilerinin en çarpıcı ve Türkiye’de tasavvuf alanındaki etkileri itibarıyla en dikkat çekici ve en önemli olayı, Hurufiliğin buraya girişidir.”"
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
109. "Büyük bir çogunlugu göçebe bir hayat sürmekte olup daha önce Şamanist, Budist ve Maniheist mistik kültürlerin tecrübesini yaşamış bulunan, önemli bir kısmı, Arapça bilmek bir yana, okuma-yazma dahi bilmeyen Türk topluluklarının, Maveraünnehir'in gelişmiş kültür merkezlerinde yaşayan hem cinsleri gibi kitabi lslam'ı geregi gibi kavrayıp yaşayabilmeleri imkansızdı. Bu yüzden, geleneksel şifahi kültürün hakimiyetindeki bu insanların lslam'a ısınınaları, basitleştirilmiş mistik bir yoldan, başka bir deyişle, Islam'dan önce alışık oldukları usullerle gerçekleşebildi ki, bu yolu da onlara Horasan Melametiye mektebinden yetişmiş Ahmed-i Yesevi ve halifeleri aşılar.Işte bu yüzden onların Orta Asya Türk toplulukları arasında lslam'ı yerleştirme itibariyle oynarlıkları rol, tarihi bakımından son derece büyük bir önem arzeder."
- Türkler, Türkiye ve İslam
110. "Bir başka menkabede, arslana binip yılanı kamçı yaparak Hacı Bektaş'ı ziyarete gelen Seyyid Mahmud Hayrani'ye karşı Hacı Bektaş'ın kızıl bir kayaya binerek karşılamaya çıktığı ve kayayı uzunca bir müddet yürüttüğü hikaye edilir"
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
111. "Okudum bildüm dime
Çok taat kıldum dime
Eger Hakk'ı bilmezsen
Abes yere yelmekdür
Dört kitabun mâ'nisi
Bellidür bir elifde
Sen elif dirsin hâce
Ma'nisi ne dimekdür
Yunus Emre dir hâce
Gerekse var yüz hacca
Cümlesünden yegregi
Bir gönüle girmekdür"
- Yunus Emre
112. "Türkiye toplumu henüz
geleneksellikten modernizme geçişin krizini yaşarken, bu geçişte belki kendisine
en iyi yardımcı olacak, kafasını toplamasını sağlayacak, ufkunu, dünya görüşünü
genişletecek araçlardan birinden, sağlıklı bir tarih perspektifinden yoksun gibidir."
- Türk Sufiliğine Bakışlar
113. "Tasavvuf tarihinde 'Üveysi' denildiği zaman kısaca şu beş grup sûfiyi içine alan bir zümre anlaşılmaktadır:
a) Hz. Peygamber'in veya büyük peygamberlerden birinin ruhaniyetinden nasip alanlar,
b) Veysel Karenî'nin ruhaniyeti ile irşad olunanlar,
c) İlk dört halifenin ruhaniyetinden feyz alanlar,
d) Herhangi bir büyük şeyhin veya kutbun ruhaniyetinden irşad edilenler,
e) Bizzat Hızır Aleyhisselam aracılığıyla velayet mertebesine erişenler."
- Veysel Karani ve Üveysilik
114. "Acaba niye Osmanlı Devleti, İmparatorluğu dedik de İstanbul İmparatorluğu demedik. Çünkü Roma İmparatorluğu diyoruz başkentinin adıyla anıyoruz. Bizans İmparatorluğu diyoruz başkentinin adıyla anıyoruz. Ama buna karşı Osmanlı İmparatorluğu diyoruz. İstanbul imparatorluğu demiyoruz. Oysa İstanbul İmparatorluğu olmalıydı bu devletin adı."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
115. "Her gedâ bir padişaha bend olmuştur velî,
Biz de Rum Abdalıyız bizim Alí dür Şah'ımız."
- Kalenderiler
116. "3-5 kişilik gruplar halinde dolaşıp gezmek, günlük yiyeceklerini dilenerek sağlamak, vücut ve başlarındaki bütün tüyleri kazıtmak ve acayip kılıklarda dolaşmak gibi hemen her devir ve memlekette kalenderiye zümrelerinin ortak vasıfları olan bu hususlar söz konusu mistik çevrelere yönelmeye zorlamaktadır."
- Kalenderiler
117. "Farklı lider ve farklı anlayışlara sahip olan Kalenderelikte, hepsinde müşahede olunan ortak zihniyet, dünyevi olan her şeyi arkaya atmak, yalnız ilahi aşkı önemseyerek İslami emir ve kaideleri bu açıdan değerlendirmekti."
- Kalenderiler
118. ""De ki duanız olmasa, rabbim size niye değer versin?"
(Furkan sûresi 77.ayet )"
- Veysel Karani ve Üveysilik
119. "Bernard Lewis Ortadoğu isimli kitabında Yahudilikteki hahamlarla Osmanlı uleması arasında ilginç bir kıyaslama yaparak ortaya çıkış, mahiyet ve statüleri itibariyle birbirlerine çok benzediklerini söyler. Ona göre İslam'da ve Yahudilikte Hristiyanlıktaki gibi bir ruhban sınıfı yoktur. Osmanlı uleması ve hahamlar ruhani yetkilerle mücehhez din adamları değildir. İslam'da yeterli din bilgisine sahip olan herkes imamlık yapabilir, camilerde vaaz verebilir, evlilik veya cenazelerde görev alabilir Allah ile kul arasında ilke olarak aracılık etmek söz konusu değildir."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
120. "Özellikle 13. yüzyıldan itibaren İslam Orta Asya'da Kübrevi ve 14. yüzyılla beraber Nakşibendi tarikatlarının hakimiyetine girdi. Ortadoğuda Kadirilik ve Rifailik gibi tarikatlarla da gelişti. Ayrıca bunlara Selçuklular ve Osmanlılar zamanında Mevlevilik, Sühreverdilik, Halvetilik, Bayramilik, Bektaşilik vb başka tarikatlar katıldı. Balkanlar'daki fetihlere paralel olarak bunların hepsi yeni topraklara taşındı."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
121. "B. Ahmed-i Yesevi Problemi
İşte Ahmed-i Yesevi, ilhamını, yalnızca Allah'ın azabından ve gazabından korkmaya dayalı zuhdi tasavvufa değil, ilahi aşka ve cezbeye dayalı, bu sebeple de geniş bir hoşgörü ve insan sevgisine ağırlık veren, her türlü benlik duygusunu kınayan Horasan Melametiyyesi'nden alan bir tasavvuf anlayışını temsil ediyordu. Kurduğu Yesevilik (Yeseviyye) tarikatı da bu temel üzere gelişti. O halde, yalnız Türk tarihi açısından değil, genelde İslâm'ın yayılış tarihî açısından da büyük bir önemi haiz olan bu tarihi hadisenin faili olan Ahmet Yesevi kim idi?"
- Türk Sufiliğine Bakışlar
122. "Medreselerden yetişen ulema, bir yandan eğitim ve tedris faaliyetleriyle güçlü bir Sünni İslam inancını işleyip yayarken diğer yandan buralardan yetişen bürokratlarla imparatorluğun yönetici kadrosuna büyük katkı sağladı. Bu, ulemanın siyasetten, siyasetin ve onu yürüten bürokrasinin de ulemadan etkilendiği ve her ikisinin birbirini zaman içerisinde dönüştürerek değiştirdiği, dolayısıyla sabit, donmuş birer yapı oluşturmadıkları, sürekli dönüştükleri, değiştikleri anlamına gelir."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
123. "''Ayin ve erkanındaki ahilik etkileri rezervde kalmak kaydıyla ,bektaşiliği sadece belli noktalarda Kalenderilikten etkilenmiş ama ayrı teşekkül etmiş yeni bir tarikat değil,büyük ihtimalle ,Hace Bektaş kültü etrafında daha 14.Y:Y da Rum abdallarıyla başlayan ve 15.Y.Y'da da devam eden ,Kalenderiliğin münhasıran Hurufi ve Şİİ etkilerle de karışarak dönüşmüş hali olarak düşünmek yabana atılacak bir varsayım olmamalıdır.
Kalenderilikten Bektaşiliğe evrilme sürecini etkileyen tesirlerinbşlangıcı,bu sonuncunun bu adı taşıyanbir tarikat olarak tarih sahnesinde görünmesinde çok daha eskiye,13.Y.Y kadar geriye gider.Bununla 13.Y.Ydaki Babai hareketini kast ediyoruz.Abdalan ı rum dan söz ederken de belirtildiği gibiş,bu zümrenin 1240 yılındaki isyanla başlayan Babai hareketi ile sıkı sıkıya bağlantılı olduğuna bugün artık muhakkak nazarıyla bakılabiliyor.Zira 14.Y.Y da Abdala - Rum adını tyaşımakta olan bu kalenderi zümrelerin önemli ve etkili bir ısmı,Babai isyanının hazırlayıcı ve propagandacısıdurumunda olan Vefailerin ve Haydarilerin devamıydı.O zaman bu büyükdini-sosyal hareketin lideri Baba İlyas ı Horasani nin iki halifesi,muhtemelen Baba İshak ve Hace Bektas da kalenderi idiler'' Ahmet Yaşar Ocak"
- Kalenderiler
124. "... Er-Razi bütün kutsal kitapları eleştirir [...] daha iyi bir kitap yazmanın mümkün olduğunu, tıp, geometri, astronomi ve felsefe kitaplarının [...] daha faydalı olduklarını iddia eder..."
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
125. "İy yarenler işidün
Işk bir güneşe benzer
Işkı olmayan gönül
Misali taşa benzer
Taş gönülde ne biter
Dilinde agu tüter
Nice yum'şak söylese
Sözi savaşa benzer"
- Yunus Emre
126. "Bursa'nın erken döneme ait bir tahrir defterinin başında bu metin bulunuyor. Burada Geyikli Baba’nın dervişleri ile beraber Kızıl Kiliseyi fethinden sonra, baba meyhordur diye Orhan Gazi'nin ona 2 yük şarap, 2 yük rakı gönderdiğini söylüyor."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
127. "Damga, mühürdür. Yapılan alışveriş çerçevesinde basılan mühürdür. Moğollar devrinde tamğa denilen damga ticaret üzerinden devlete verilen vergidir. Hâlâ bugün damga pulu adıyla vergi veriyoruz ve bu 13. yüzyılda kurumlaşmış olan bir vergidir."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
128. "Otman Baba ise, tabiat kuvvetlerini dilediği şekilde kullanma konusunda daha faal görünüyor. Bir keresinde İstanbul'da At Meydanı'nda otururken, meydanın tam ortasındaki Delikli Taş denilen iri kayayı, havada bulut yokken yıldırım isabet ettirerek parçalamıştı. Bir defasında da, elindeki değneği yere vurur vurmaz gökyüzünde bulutlar toplanmış, âniden şiddetli bir fırtına çıkarak etraf şimşek parıltıları ve gök gürültüleriyle dolmuş ve herkes selde boğulacak hale gelmişti. Otman Baba, bunu kendine fena muamele eden Fatih'e kızarak yapmış, hattâ onun sarayının bir duvarını da yıldırımla harabeye çevirmişti. Otman Baba daima, bulutlara binip yıldırımı elinde kamçı gibi kullandığını söylerdi."
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
129. ""Hubmesîhler" Hz İsa sempatizanları olduğunu, bunların bizzat sarayın içinden taraftarları bulunduğunu ve İstanbul'da da mensuplarına rastlandığını haber veriyor. Enderun Mektebi'ndeki devşirme gençler arasında yaygın hale geldiği istidlal edilebilmektedir. İstanbul'daki Hubmesîhler'in birbirlerini tanıyabilmek için özel bir beyaz sarık taşıdıklarını ve gizlice aralarında İncil okuduklarını da yazmaktadır."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
130. "Bernard Lewis, İslâm'ın ilk devirlerinde ulemanın devletle ilişkisinin epeyce mesafeli olduğunu, çünkü insanların ve özellikle ulemanın, devleti, "varlığı lüzumlu, ancak karışılmaması, yakınlık kurulmaması gereken bir kötülük" olarak değerlendirdiğini ifade eder."
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
131. "Nizam-ı Alem böyle bir şey. Değişmez bir evren, değişmez bir dünya düzeni algılaması ve bu değişmez dünya düzeninin algılaması da şöyle oturtuluyor. Bunu belirleyen Tanrı'dır. Ama Tanrı birazcık da Hıristiyani bir şekilde absenteist bir Tanrı'dır, yani yeryüzünün işlerine müdahale etmez. Onun için kâhyası vardır ve bu kâhya kavramı da Mezopotamya kökenlidir veya Mısır kökenlidir. Tarım imparatorluğu kökenlidir. Bu da Zilullah-ı fiil-alem olarak Tanrının yeryüzündeki gölgesi olan padişah biçiminde ortaya çıkmaktadır."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
132. "Cengiz Han zamanında kurulmuş olan ve bütünüyle 150 yıl yaşamış imparatorluk devrinde oluşturulan eğilim ve politikalar Osmanlılarda ya şamaya devam etmiştir. Bunun en güzel örneği damga vergisidir. Damga, mühürdür. Yapılan alışveriş çerçevesinde basılan mühürdür. Moğollar devrinde tamğa denilen damga ticaret üzerinden devlete verilen vergidir. Hâlâ bugün damga pulu adıyla vergi veriyoruz ve bu 13. yüzyılda kurumlaşmış olan bir vergidir."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
133. ""Müslim ve gayrimüslim nüfusun Selçuklu ve belli ölçüde Beylikler dönemi şehirlerinde genel olarak bir arada değil birbirinden duvarla ayrılmış ayrı mahallelerde oturdukları anlaşılıyor. (...) Gündüz bu duvarların kapıları açılıyor, akşam kapatılıp kilitleniyordu.""
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
134. "Büyük bir çoğunluğu okuma yazma bilmeyen, sade zihniyetli ve yaşantılı, güç hayat şartları içinde bulunan bu insanlar, Sünni İslam'ın karmaşık ve anlaması güç bir takım inanç esaslarını ve abdest alarak günde beş vakit namaz kılmak, yahut Ramazan ayında bir ay oruç tutmak gibi ancak yerleşik hayatın sağlayabileceği bir intizam gerektiren şer'i ibadetleri pek de önemsemiyorlardı. Bu sebepledir ki, çoğu zaman İslam'ın ince ve karmaşık teolojik konularıyla hiç ilgilenmeyen, ama güçlü bir mistik cezbenin hakimiyetindeki, çoğunluğu okuma yazma dahi bilmeyen Türkmen babalarının geleneksel hurafelerle karışık, kendilerine daha uygun gelen, tasavvufun basitleştirilmiş fikirleriyle yorumlanmış müslümanlık anlayışına yöneliyorlardı. Ama onlar kendilerini çok samimi bir şekilde İslam'a adamışlar ve ona bağlanmışlardı."
- Babailer İsyanı
135. "II.Mehmed Osmanlı padişahı olarak, Oğuz Kağan soyundan gelmiş olmakla eski Türk Kağanını, Müslüman bir hükümdar olarak klasik Islâm geleneğinin sultanını ve nihayet Istanbul'un fatihi sıfatıyla da Bizans geleneklerine göre Doğu Roma'nın imparatorunu kendi şahsında birleştiriyordu."
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
136. "Öldürüleceğini anlayan Abdü'l-Kerim, o zamana kadar bütün yaptıklarını açık açık anlatmış, bu arada o güne kadar tam dört bin civarında hadis uydurduğunu, bunlarla Müslümanlara haram olan şeyleri helal, helal olan şeyleri haram gibi kabul ettirmeye muvaffak olduğunu da iftiharla itiraf etmişti."
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
137. "Fazlullah-ı Hurûfî’ııin en tanınmış ve en ileri gelen halifesi olup bir ara Anadolu’ya da gelmiş bulunan ve ulûhiyet iddia ettiği gerekçesiyle 1418 yılında Halep’te diri diri derisi yüzülerek öldürülmüş bulunan Nesîmî’nin, hemen hemen bütün Kalenderi zümrelerin de takdis edildiğini, divanının el kitabı niteliğini taşıdığını ve hattâ içindeki bazı parçaların İlâhî tarzında Kalenderi âyinlerinde okun duğunu, XVI. ve XVII. yüzyıllardaki Avrupalı seyyah ve gözlemcilerin eserlerinden anlıyoruz."
- Kalenderiler
138. "Beylik döneminde Osmanlı iktidar çevresiyle, yönetilen zümreler arasında İslâmî anlayış ve yorumlayış farkı yoktur; çünkü yönetenler ve yönetilenler arasında henüz zihniyet farklılaşması meydana gelmemiştir. Her iki kesim de aynı sosyo ekonomik ve kültürel tabanda yer almaktadırlar."
- Türkler, Türkiye ve İslam
139. "Ona göre Sultan (III.) Mehmed zamanında devlet adamlarının vaizlere danışmaları bir âdet haline gelmiştir. Bu da onların giderek şımarmalarına, bundan yararlanarak servet sahibi olmak suretiyle zenginleşmelerine yol açmıştır."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
140. "İdrisî Muhtefi zendeka ve ilhad isnadıyla divanı hümayuna şikayet edilir.En kısa zamanda bulunup "hakkından gelinmesi" yolunda ferman çıkarılmış ve her tarafta aranmaya başlanmış, ama bir türlü ele geçirilememiştir.
İstanbul'da ateşli vaaazlarıyla şimşekleri üzerine çeken Muhtefi mahallesinde çok saygı gören Hacı Ali Beğ olduğu için hiçbir zaman anlaşılamamıştır.Anadolu ve İstanbul'da Ali, Mekke'de Hasan, Medine de Muhammed, Kahire 'de İbrahim diye tanınıyordu.
Bütün arama tarama çabaları sürerken, İ.Muhtefi, Hacı Ali kimliğiyle herkesin saygı ve sevgi duyduğu zengin bir dokuma taciri olarak mahallesinde ikamete devam etmektedir.Mahallenin ileri gelenleri Şeyh İdris adında bir zındığın yaptığı vaaazlarla halkın imanını ifsad ettiği için idam edilmesi gerektiğini söylüyorlar.İ.Muhtefi aramalara rağmen bulunamamış.Hacı Ali Beğ bir insanı iyi tanımadan gıyabında yargılamanın doğru olmadığını söylüyordu"
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
141. "Üstüvani Mehmet Efendi reisliğindeki Kadızadeliler'in bu güç ve kudretleri meşhur Çınar (Vakvak) Vakası'na (4 Mart 1656) kadar devam etti. Bu olayda kendilerinin pek çok işbirlikçisi ve hamisi katledildiği için epeyce hırpalandılar."
- Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
142. "Özellikle 13. yüzyıldan itibaren İslam Orta Asya'da Kübrevi ve 14. yüzyılla beraber Nakşibendi tarikatlarının hakimiyetine girdi. Ortadoğuda Kadirilik ve Rifailik gibi tarikatlarla da gelişti. Ayrıca bunlara Selçuklular ve Osmanlılar zamanında Mevlevilik, Sühreverdilik, Halvetilik, Bayramilik, Bektaşilik vb başka tarikatlar katıldı. Balkanlar'daki fetihlere paralel olarak bunların hepsi yeni topraklara taşındı."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
143. "Medreselerden yetişen ulema, bir yandan eğitim ve tedris faaliyetleriyle güçlü bir Sünni İslam inancını işleyip yayarken diğer yandan buralardan yetişen bürokratlarla imparatorluğun yönetici kadrosuna büyük katkı sağladı. Bu, ulemanın siyasetten, siyasetin ve onu yürüten bürokrasinin de ulemadan etkilendiği ve her ikisinin birbirini zaman içerisinde dönüştürerek değiştirdiği, dolayısıyla sabit, donmuş birer yapı oluşturmadıkları, sürekli dönüştükleri, değiştikleri anlamına gelir."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
144. "''Ayin ve erkanındaki ahilik etkileri rezervde kalmak kaydıyla ,bektaşiliği sadece belli noktalarda Kalenderilikten etkilenmiş ama ayrı teşekkül etmiş yeni bir tarikat değil,büyük ihtimalle ,Hace Bektaş kültü etrafında daha 14.Y:Y da Rum abdallarıyla başlayan ve 15.Y.Y'da da devam eden ,Kalenderiliğin münhasıran Hurufi ve Şİİ etkilerle de karışarak dönüşmüş hali olarak düşünmek yabana atılacak bir varsayım olmamalıdır.
Kalenderilikten Bektaşiliğe evrilme sürecini etkileyen tesirlerinbşlangıcı,bu sonuncunun bu adı taşıyanbir tarikat olarak tarih sahnesinde görünmesinde çok daha eskiye,13.Y.Y kadar geriye gider.Bununla 13.Y.Ydaki Babai hareketini kast ediyoruz.Abdalan ı rum dan söz ederken de belirtildiği gibiş,bu zümrenin 1240 yılındaki isyanla başlayan Babai hareketi ile sıkı sıkıya bağlantılı olduğuna bugün artık muhakkak nazarıyla bakılabiliyor.Zira 14.Y.Y da Abdala - Rum adını tyaşımakta olan bu kalenderi zümrelerin önemli ve etkili bir ısmı,Babai isyanının hazırlayıcı ve propagandacısıdurumunda olan Vefailerin ve Haydarilerin devamıydı.O zaman bu büyükdini-sosyal hareketin lideri Baba İlyas ı Horasani nin iki halifesi,muhtemelen Baba İshak ve Hace Bektas da kalenderi idiler'' Ahmet Yaşar Ocak"
- Kalenderiler
145. "C. Ahmed-i Yesevi'nin yetiştiği tasavvufi çevre ve tasavvuf formasyonu
Elimizdeki kaynaklar, Ahmed-i Yesevi'nin yetişmesinde birinci derecede rolü ve etkisi olan iki kişiden bahsediyorlar: Bunlardan ilki, Nakşibendi geleneğinde de büyük bir yeri olan Hace Yusuf-i Hemedani, diğeri ise Arslan Baba'dır."
- Türk Sufiliğine Bakışlar
146. "Koyun Baba'nın türbesi bugün Osmancık'ta bulunmaktadır. Evliya Çelebi XVII. yüzyılda burasını ziyaret etmiş ve Bektaşîler'in “beyne’l-halk mezmûm” olmalarına rağmen, buradaki zâviyede yaşayanların sessiz ve sakin, kendi hallerinde, tıpkı Koyun Baba gibi “koyun ve kuzu gibi meleyen halim ve selim, mücerred, arif-i billah Ehl-i Sünnet ve cemaatden musalli, mütedeyyin âdemler” olduğunu yazar.""
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
147. "Dağlar, taşlar, ulu kaba ağaçlar, koca çaylar! Gel, çocuğumun karnının ağrısını al!"
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
148. "Türkiye tarihinde, bunun münakaşası hep yapılıyor, "matbaa niye gelmedi" diye... Matbaa gelmedi, çünkü insanlar ihtiyaç hissetmedi. Bu kadar açık.
Matbaanın geldiği tarihte en çok okunan kitabın bugün kütüphanelerdeki saklanmış ve saklanabilecek, saklanması ihtimal dahilinde olan nüshalarına bakıyorsun, 100-150'yi geçmiyor."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
149. "Biz genelde tarih kitaplarına gerçek arayarak bakıyoruz; ancak o zamanın ve yörenin gerçeği ne idi? Bunu öğrenmemiz epeyce vakit alıyor."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
150. ""(Selçuk) bir gece rüyasında ateşe işediğini ve kıvılcımlarının dünyanın doğusuna ve batısına saçıldığını gördü"
(Bar Hebreaus)."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
151. "Kalenderelik geniş ölçüde eski Hint ve İran, ama özellikle de Hint mistisizminden ve mistik çevrelerinden etkilenmiş kabul edilebilir."
- Kalenderiler
152. "Lâkin isyan, silahlı devrimle aynı şey değildir"
- Türk Sufiliğine Bakışlar
153. "Her halükarda tenasüh inancının heterodoks kesime mensup Türklerde önemli bir yeri olduğu açıkça görülmektedir. Ancak bu derece önemli ve ana inançlardan biri olan tenasühün kaynağı meselesi, araştırcılarda değişik yorum ve görüşlere yol açmıştır. Bu defa bu inancın Sünni ve normal Şii inanca aykırı olduğu son derece açıktır. Nitekim Oniki İmam mezhebi tenasühü reddeder ve buna inananı kâfir sayar. Ancak eski İran dinlerinin etkilerini taşıyan Keysaniyye, Rizamiyye, Hatibıyye ve Kamiliyye vb. aşırı mezheplerde bu inancın mevcudiyetini, el-Fark beyn'el-Fırak, Kitab'ul Fesal, el-Milel ve'n-Nihal gibi klasik mezhepler tarihi kaynakları haber veriyor."
- Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası
154. "Kitâb-ı Müstetâb müellifi de benzer sıkıntılara işaret ederek şikâyetlerini sıralamaktadır. Ona göre azledilip İstanbul'a gelen beş yüz akçelik bir kadının ma'zul olduğu halde türlü türlü köşkler ve bahçeler yaptırıp kalabalık bir hizmetkârlar ve genç köleler edinebildiğini, bütün bunları günde bin akçeden fazla bir masraf ederek ancak karşılayabileceğini özellikle vurgular. Yeniden vazifeye tayin edilinceye kadar bu hayatını faizle aldığı borçlar sayesinde idame ettirdiğini, tayinden sonra ise borçlarını temizlemek ve tekrar mal biriktirmek için rüşvet ve suiistimal belasına duçar olduğunu yana yakıla anlatır."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
155. "Hatta Osman Bey bizzat bazı kroniklere göre, Hammer'in de naklettiği bir kroniğe göre amcasıyla savaşıyor. Onu da öldürüyor. Buna mukabil kimlerle anlaşıyor. Bir sürü Rumlarla, Samsa Çavuş, Bizans tekfurlarıyla Mihailoğullarıyla, Evrenus Bey'le vs."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
156. "13. yüzyılda Anadolu’ya muhtelif göçlerle gelip yerleşen Türkmen babalarının, eski Türk Şamanlarının islamileşmiş şekilleri olduğu eskiden beri bilinmektedir."
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
157. "Yani tasavvuf İslam kökenli olmakla beraber tasavvuf teorileri eski felsefi ve mistik kültürlerin mirasından yararlanmıştır."
- Tasavvuf, Velâyet ve Kâinatın Görünmez Yöneticileri (Ciltli)
158. "Kanâat, yani, insanın hayatını sürdürebileceği kadar dünyalıkla
yetinmesi, kendini başka şeylerden alıkoyabilmesi, gerçek zenginliğin
ta kendisidir. Zaten Hz. A li de “ kanâatin tükenmeyen
bir hazine olduğunu” söylemiştir. Kanâat insanı
güçlü yapar. Mutluluk ve selâmet dolu bir hazine olan kanâatin
Kıyâmete kadar tükenmesi veya yokolması söz konusu değildir.
Her kim kanâat sahibi olursa, izzet ve şerefi saat saat artar. Kanâat
doğru yolun yolcularının niteliğidir; gönlü kapkara olanların değil.
Hatîb-i Fârisî’ye göre, fakirlik iddiasında bulunanların bu
iddialarını kabul edebilmek, onların lûtf sahibi olup olmadıklarına
bağlıdır. Hz. Muhammed lûtfu, “ Allah’ın emrine tâzim, mahlûkatına
şefkat göstermek” olarak târif etmiştir. O halde Allah’ın
bir mahlûku olduğu için yılana bile şefkat göstermelidir. Lûtf ancak
gerçek velîlerin kârıdır. Lûtf sahibi olmayan fakir, aslâ gerçek fakir
değildir."
- Kalenderiler
159. "Fatih'in ve Kanuni'nin kullandıkları çok iyi bilinen Kayser-i Rum terimi Osmanlı İmparatorluğu'nun Rumi bir imparatorluk olduğu tezini savunanlarca sık sık örnek verilir ve Konstantinopolis'in fethi sonrası Fatih'in dünya imparatorluğu projesi doğrultusunda başlattığı yeni yapılanma döneminin sembolik unvanı olduğu kabul edilir. Muhakkak Fatih kendisini bu konumda görüyor ve bu iddiası, yanında toplanan Georgios Amirutzes ve Georgios Trapezuntios gibi Bizanslı entelektüellerin «Kimse şüphe etmez ki sen Romalıların imperatorusun. İmperatorluk merkezini elinde tutan kimse imperatordur« mealindeki sözleri ve telkinleriyle de birleşince, muhakkak ki ondaki bu ideali iyice pekiştirmiştir. Onun bu iddiası, Hodgson'un da vurguladığı gibi, İstanbul'u hayalindeki dünya imparatorluğunun payitahtı yapma çabasıyla da çok açıkça ortaya çıkar. İstanbul artık camiye çevrilen Ayasofya ve yeni yapılan Fatih Camii ile tam olarak bu yeni kimliğin görünürdeki iki çok önemli simgesi idi. Böylece Fatih klasik İslam devlet geleneğinin olduğu kadar artık Doğu Roma'nın (Bizans) halefi olduğunu da resmen ilan ediyordu."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
160. "Bir Babaî tarikatı olduğu söyleniyor son zamanlarda. Böyle bir tarikat yok. Bunu ispat edebilecek hiçbir veriye rastlamıyoruz. Bir Babaî çevresi var. Yani Baba llyas'ın liderliğinde 1239'daki isyana katılan bir taraftarlar zümresi var. Baba llyas'tan dolayı onlara Babaî deniyor. Fakat bu bir tarikat değil. Çünkü o çevreden gelen bu insanlar kendilerine hangi ta-rikatten oldukları sorulduğu vakit "Seyit-Ebul Vefa tarikatin- denim" diyorlar. "Babaî tarikatindenim" demiyorlar."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
161. "Mazhar-ı Hak muzhır-ı kudret
Nokta-i ilm merkez-i hikmet"
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
162. "Tarih ve sosyoloji araştırmalarında İslam'ın tarihsel süreç içerisinde devletler ve toplumlarla ilişkisi ve onlar içindeki yeri bahis konusu edilirken araştırmacılar analiz kolaylığı sağlamak bakımından zaman zaman bazı terimler kullanmışlardır. Söz konusu terimlerin en eskileri ve bugün de yerine göre Batılı ve Doğulu araştırmacıların -bazı eleştirilere konu olmakla beraber- hala sık kullandıkları iki tanesi, Ortodoks İslam ve Heterodoks İslam terimleri olup, birincisiyle "Sünni" ikincisiyle de "Sünni olmayan İslam" algı ve pratikleri ve bunların mensubu toplumlar kastedilmekteydi."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
163. "Avrupa'da da yeniçağlardan beri Osmanlılara hep bir İslam imparatorluğu olarak bakılmış, Osmanlılar ise Avrupa ile ilişkilerinde bir İslam devleti olduklarını sürekli hatırlatmaktan geri durmamışlardır."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
164. "Hayatımız öyle bir geçsin ki, öldükten sonra mezar toprağımızda yetişen bir ottan, çiçek gibi kokuların geldiği hissedilsin."
- Veysel Karani ve Üveysilik
165. "bir başka mühim sonuç da, radikal laikliğin Türkiye’de radikal İslâmcılığın doğuşuna zemin hazırlamış olmasıdır. Bu sebeple Türkiye'deki radikal İslâmî hareketler, bir bakıma “laisizm dini”nin gayri meşru çocuğudur demek yanlış olmayacaktır. Bu hareketler, her ne kadar 1960'lı ve 1970'li yıllarda Mısır, Pakistan ve İran'daki hareketlerden etkilenmiş olsalar da, bu etkiler Kemalist ideolojinin yarattığı baskı ortamından beslenmekteydiler. Bugün cumhuriyet rejiminin başlangıçtan beri iki temel fobisi yani etnik kökene dayalı ayrılıkçı hareketler korkusu (etnofobi) ile İslâm'a dayalı –kimilerine göre irtica, kimilerine göre bastırılmış İslâm'ın dirilişi- denilen İslâmî hareketler korkusu (islamofobi) da bu zeminde temellenmektedir."
- Türkler, Türkiye ve İslam
166. "Tasavvuf, Sufiler, Tarikatlar ve İslâmlaşma
Bu sürecin sonunda burada, daha ziyade medrese çevrelerince hurafe veya bid'at denilen inançların, evliya menkabelerin ve efsanelerin ağırlıklı olduğu, fıkıh merkezli medrese Müslümanlığına paralel, evliya kültü merkezli bir "halk Müslümanlığı" gelişmeye başladı. Bu iki Müslümanlık anlayışı her müslüman ülkede olduğu gibi, hem bir arada yaşadı, hem aralarındaki rekabet yüzyıllar sürdü. İslâm'ın yayıldığı bütün topraklarda da aynen geçerli olmuştur. Evliya kültü merkezli bu popüler İslâm, bugün bütün karakteristikleri ile modern Türkiye'de de güçlü bir şekilde varlığını korumaktadır."
- Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası
167. "Zaten bu tarikatın kurucusu olan Seyid Ebü'l-Vefa'nın menâkıbı da 16. yüzyılın başlarında Aşıkpaşazade'nin damadı Seyid Velâyet'in aracılığıyla Türkçeye çevrilmiştir. Bu menâkıbnâmede de açıkça görülüyor ki Tâcü'l Arifîn, Seyid Ebü’l Vefa, Ahmed Yesevî gibi kadın ve erkek bir arada, tıpkı bugünkü Alevi semahları gibi semah yapmaktadır."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
168. "Nerede akşam, orada sabah ve üstelik bunlar bekâr insanlar. Sırtlarında postları var, bellerinde Ebu Müslimî nacak denilen bir baltaları var, bununla gittikleri yerde konaklayacakları vakit odun kesiyorlar, ateş yakıyorlar, icabında kendilerine saldıran vahşi hayvanları öldürüyorlar. Boyunlarındaki keşkülle de gittikleri köy ve kasabalarda para ve yiyecek dileniyorlar."
- Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
169. "Marksist rejime geçişle beraber tarikatların yasaklandığı Yugoslavya'da ve Arnavutluk’ta ve özellikle Sovyet Rusya'da her çeşit adlî ve polisiye takibata rağmen, bir türlü ortadan kalkmamalarının, yer altına çekilerek yaşantılarını ne pahasına olursa olsun sürdürmelerinin sebebi, yukarıda açıklamaya çalıştığımız husus ve bununla ilgili uzun tarihsel süreçtir. Türkiye'de de tarikatların 1925'te özel bir kanunla resmen ilga edilmesine, tekke ve zâviyelerin, türbelerin kapatılmasına rağmen, pratikte bunun gerçekleşememesinin sebebi de aynıdır. Bu olayı Türkiye'de itibar gören “anti-lâik tahrikler” veya “gericilik” yaklaşımı ile anlamak ve açıklamak mümkün değildir. Bu kanaatimizce kolayci ve basitçi bir yaklaşımdır. Meselenin daha çok bu uzun tarihsel süreçle açıklanmasının doğru olacağı kanaatindeyiz."
- Türkler, Türkiye ve İslam
170. "Kimse kusura bakmasın ama şimdi YÖK'ün doçentlik ve profesörlük için ortaya koyduğu kriterler ciddiye alınacak gibi değil, çalakalem yapılıp şurada burada -hatta bazen dışarıda para ile bastırılan sözüm ona İngilizce, bir kısmı da ne yazık ki intihal ürünü- makalelerle alınan akademik ünvanlar akademik çalışmanın kalitesini yükselten değil tam tersine düşüren kriterler oldular."
- Tarihçinin Yolculuğu
171. "Şeyh Bedreddin'in Yahudiler ve Hristiyanlarla sıkı münasebetleri olduğunu görüyoruz. Bazı kayıtlar Şeyh Bedreddin'in Sakız adası rahiplerini müslüman ettiğini belirtir... Şeyh Bedreddin ayaklanmasına katılanların bir kısmının Hristiyan olduğu, hatta şeyhin ileri gelen halifelerinden olup, ayaklanma katılan Kalenderi şeyhi Torlak Hû Kemal ve müritlerinin Yahudi muhtedileri olduğu, diğer tarih kaynaklarınca doğrulanmaktadır."
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
172. "Bektaşîliğin önceleri Sünnî bir tarikat olduğunu fakat Balım Sultan tarafından bugün bilinen hüviyetine sokulduğunu ileri süren tezin ilmî ve tarihi hiçbir temeli yoktur."
- Bektaşilik
173. "XI. yüzyıldan itibaren Ortadogu lslam dünyasını içine alan geniş topraklarda tasavvuf, yavaş yavaş belli bir teşkilat dahilinde düzenlenmiş birtakım süfi teşekkülleri ortaya çıkarmaya başladı. Şeyh"
- Türkler, Türkiye ve İslam
174. "Evliya kültü; tabiatüstü bir takim ilahi güç ve yetkilerle donanmış bulunduğuna inanılan kutsal bir şahsiyetin mistik karizması etrafında şekillenen; sarsılmaz inanç, bağlılık ve takdis duygusu"
- Türkler, Türkiye ve İslam
175. "Şeyh Bedreddin büyük ulemadan olmasaydı, hep yapılageldiği üzere, yakalanır yakalanmaz idam edilirdi. Sultanın huzurunda muhakeme edilmesinin sebebi, şahsiyetine ve ilmine duyulan büyük saygıdır."
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
176. "bugünün Türkiyesi, aradan geçen yetmiş beş yıla rağmen, Doğulu ve İslâm kimliğinden kurtulup Batılı bir kimlik kazanmış, gelişmiş bir ülke olmadığı gibi, tam anlamıyla Doğulu bir ülke olarak da kalmamıştır. Başka bir ifadeyle, “ne bekleniyordu, ne oldu?” sorusunun cevabı bugün kısaca şudur: Türkiye'de toplum açıktan açığa ve giderek sanki keskinleşen bir çizgiyle Laikler-Müslümanlar veya Atatürkçüler-Şeriatçılar diye ikiye bölünmüş görüntüsünü vermektedir. Birinci kesimin sosyal tabanını merkezdeki yönetici elit ve onun İslâmsız Batılılaşmacı ideolojisini paylaşan entelektüeller, ikinci kesimin sosyal tabanını ise periferideki muhafazakâr ve aynı zamanda çağdaşlaşmaya, ama İslâm'la birlikte çağdaşlaşmaya talip büyük halk çoğunluğu teşkil etmektedir. Bu haliyle Türkiye, tarihinin çok önemli bir dönüm ve dönüşüm noktasında bulunmaktadır. Sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir kitlenin yaşaması hedeflenen Türkiye'de bu ikiye bölünmüşlük, çağdaşlaşma yolundaki en ciddi handikap olarak önünde durmaktadır."
- Türkler, Türkiye ve İslam
177. "1789 Fransız Ihtilali'nin getirdigi ateşli milliyetçilik rüzgarlarının önünde birer birer kaybetmeye başlayan Osmanlı Devleti, İslam'ın siyasal temsil kurumu olan hilafeti, Batılı devletlerle olan ilişkilerinde tam bir politik araç
olarak kullanmaya mecbur kaldı. Hiç olmazsa Müslüman tebaasının imparatorluktan ayrılmasına engel olmak maksadıyla ll. Abdülhamid, imparatorlugu bölmeye· ugraşan
Hıristiyan Batı'ya karşı.hilafeti kullanmayı denedi ve bunda bir dereceye kadar da başarılı oldu. O zamanki Batı siyasi literatüründe Panislamizm şeklinde degerlendirilen bu politikayı şahsen biz, son araştırmaların meydana çıkardıgı üzere Müslümanları tek bir Osmanlı hakimiyeti altında toplamaya yönelik olmaktan çok, gerçekte Batı emperyalizmine karşı bilinçlendirip uyandırmayı amaçlaması ve bu amaca uygun şekilde hilafeti bir siyaset aracı olarak kullanması sebebiyle, hilafetizm diye adlandırmanın daha dogru olacagı
görüşündeyiz"
- Türkler, Türkiye ve İslam
178. "Kısmı âzamıyla eski şarkiyatçıların tasavvufun kökenleri konusunda yaptıkları çalışmalar, sarf ettikleri mesai, hatırı sayılır boyutlardadır. Bu mesai neticesinde ortaya atılan teoriler, yapılan"
- Tasavvuf, Velâyet ve Kâinatın Görünmez Yöneticileri
179. ""Umumi sıralama göz önüne alındığında Türk heterodoksisinin unsurlarını teşkil eden İslam öncesi inançların Bektaşi menakıbnâmelerindeki ağırlık noktasının Şamanizm değil, Budizm ile Maniheizm ve daha sonra öteki İran dinlerinin meydana getirdiği grup olduğu açığa çıkmaktadır. Burada özellikke Budizm ve Maniheizm'in önemli yerine işaret etmelidir.""
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
180. "XVI. yüzyılın ilk çeyreğine, yani Yavuz Sultan Selim devrine kadar yalnızca ehl-i küfr'e yani Hıristiyan dünyaya karşı mücadele misyonunu üstlenen Osmanlı devleti, bu yüzyılın başlarında, İran'da Safevi devletinin kurulmasıyla başlayan Şii propagandaya karşı yeni bir misyon yüklendi: Ehl-i Rafz'a karşı mücadele. Bu, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'ndan sonra Sünni İslam'ın bu misyonu ikinci kez yüklenişiydi. Bu süreç, Osmanlı imparatorluğu genelinde Sünni İslam'ı tam bir devlet ideolojisine dönüştürdü. Bu Sünni ideolojinin teorik temeli, Osmanlı medreselerinde çok eskiden beri okutulmakta olup, Osmanlı Sünniliğine ana istikameti veren, XIV. yüzyılın ünlü âlimlerinden Sadeddin-i Taftazani'nin eserine Ömer Nesefi'nin yazdığı Şerhu'l Akaid idi. Yazıldığı dönemdeki şiddetli dinî cereyanların etkisiyle genellikle Sünnilik dışı İslâm mezheplerine karşı çok katı ve hoşgörüsüz bir tavır takınan ve Osmanlı Sünniliğinin tam bir dogmatizme dönüşmesinde belki en büyük rolü oynayan bu kitabın, bu açıdan ciddi ve derin bir analize tâbi tutulmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz. Bu analiz işleminin bu meyanda getirilen diğer literatüre de uygulanması çok yararlı sonuçlar verecektir."
- Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası
181. ""Babailer İsyanı, içinde kısmen yerli halktan da bir kesim bulunmakla beraber, büyük çoğunlukla Selçuklu Anadolu'sundaki dağınık yaşayan, heteredoks İslam anlayışına mensup konargöçer Türkmen kitlesinin koyduğu büyük bir toplumsal harekettir.""
- Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
182. "Atatürk'ün tarihi şahsiyeti, özellikle tek parti döneminde dayatmacı bir zihniyetle topluma yeni din olarak sunulan kemalizmden ayrılmalı, Atatürk antromorfizm konusu olmaktan çıkartılmalıdır. Atatürk hakkındaki nihai hükmü hiç şüphesiz tarih verecektir ve bu konudaki tartışmalar ancak ve ancak bilim adamlarını ilgilendirir. Kemalizm'e yönelik eleştiriler, bilimsel temellere dayanmayan, anlamsız ve faydasız bir Atatürk düşmanlığına dönüştürülmemelidir. Zira böyle bir düşmanlık Türkiye'ye acılara boğacak bir kardeş kavgasının kapılarını açacaktır."
- Türkler, Türkiye ve İslam
183. "…Kemalizm, batı Türklerinin tek bağımsız devleti olan Türkiye’de geniş ölçüde, felsefi kaynağının XIX. Yüzyıl Batı pozitivist düşüncesini oluşturduğu bir lâisizm anlayışı temelinde şekillenen cumhuriyetçi ve milliyetçi bir ideoloji olarak, İslâm’ı genç Türkiye’nin devlet yönetimi ve siyasetinden, hukuk sisteminden tamamiyle ve kesin olarak dışarı çıkarmış, ona yalnızca toplumsal ahlâk, inanç ve ibadet alanını bırakmış, ancak onu da sımsıkı bir şekilde devlet kontrolüne vermiştir."
- Türkler, Türkiye ve İslam
184. "b. Halk İslamı senkretik (bağdaştırmacı) ve mitolojiktir.
Eski tabiat ve atalar kültü Şamanizm'e, Şamanizm'den Budizm'e, Zerdüştlükten Maniheizm ve Mazdekizm'e ve hatta Hıristiyanlığa ve Museviliğe kadar Türkler arasında yayılan dinlerin ve mistik kültürlerin inançları, mitolojileri ve bir takım pratikleri, bir dinden ötekine geçerken, eskisi yenisi içerisinde sürekli değişime uğrayarak varlığını sürdürmüştür. Aynı olay, İslami dönem içinde de zamanımıza kadar sürüp gelmiştir. İslâm, Türkler arasına girmeye başladığı zaman, çoğunlukla konar-göçer bir toplumsal hayat tarzına dayalı ve bütün bu sayılan dinlerin bakiyelerini saklayan şifahi bir kültür geleneği ile uzlaşmak zorunda kaldı. İşte Türk halk İslam'ı dediğimiz halk Müslümanlığı, bu senkretik yapı ile doğdu. Dolayısıyla bu senkretizmin temeli, daha Orta Asya'da iken atılmış oldu."
- Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası
185. "Çünkü İslam dünyasınn geri kalmışlığının suçunu asıl suçlunun kendini skolastizmin duvarlarına kendi eliyle hapseden islam dünyasının bizzat kendisi olduğunu unutarak..."
- Türkler, Türkiye ve İslam
186. ""Öyle görünüyor ki, bir benzerini yazmak suretiyle Kur'an-ı Kerim'in ilahi kaynaklı bir kitap olmadığını ispat ederek eleştirmek, Abbasi döneminin serbest düşünceli edebi muhitlerinde ve özellikle de şairler arasında bir hayli ilgi çekiyordu.
...
O devirdeki bütün bu "Kur'an-ı Kerim'e nazire yazma" çabalarının, hiç şüphesiz onun "Allah kelamı" değil, bizzat Hz. Muhammed'in eseri olduğunu göstermek üzere, serbest düşünceli çevrelerde İslam'ı eleştirmeye yönelik en kestirme, ama en tehlikeli yol olarak benimsendiğini ortaya koymaktadır.""
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
187. "“İngiliz diplomat Ricaut'ya göre, bizzat İstanbul'un içinde, kadılar, ulema, katipler arasında ateizm oldukça yaygındır.
Ricaut bu insanları tanıyıncaya kadar dünyada gerçek anlamda ateizm olduğuna inanmadığını, zira Allah'ın varlık ışığının mutlaka insanların kalplerinin bir köşesinde saklı bulunduğunu sandığını söylüyor. Ona göre kendi lerine Muserin diyen bu ateistler, "kalplerindeki ilahi ışığı bir daha yanmamak üzere söndürmüş" kişilerdir.
Sultan’ın saray halkı içinde, haremde, hadım ağaları arasında, hatta bir kısım paşalar içinde bile gizli ateistler mevcuttur. Bunlar, birbirlerini iyi tanımakta ve aralarında müthiş bir dayanışma bulunmaktadır.”"
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
188. "Önce nefsine vaaz et edebilirsen, sonra insanlara vaaz et. Aksi halde Allah'tan utan."
- Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
189. "Menkur denilen dağda bir su kaynağı
yanınd:ı bulunan kayada, sC'nlc rclrn hir i nsanın dizkapaklarının
ve ellerinin izini andıran çukurlar vardır. oguzlar bunun
Hz. lsa'ya ait olduğuna inanıyor ve secde ediyorlardı. Idrisi de, Seylan Adası'nda Rahuk denilen dağın tepesindeki bir kayada Hz. Adem'in izinin bulunduğunu yerlilerden işittiğini ve onların bu kayayı takdis ettiklerini söyler. Nitekim eskiden
Orta Asya'da Budist Türkler'in de üzerinde Buda'nın izi olduğunu söyledikleri birtakım kayaları mukaddes addettiklerini
biliyoruz.Aynı kült, Budist çevrelerde Buda'nm, Hıristiyan ve Müslüman çevrelerde ise duruma göre , Hz. İsa'nın, Hz. Ali'nin ve Hz. Adem'in şahsiyeti etrafında belirmektedir.
O halde, Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli'deki menkabelerde ortaya çıkan taş ve kaya kültüyle ilgili motiflerin, eski Orta Asya'daki inançların devamından başka bir şey olmadığını söyleyebiliriz. Günümüz Anadolu'sunda ve Orta Asya'da görülen Hz. Ali'nin izini taşıyan kaya örnekleri, bunu gösteriyor. Bütün bunlarda ortak nokta, insan izine benzer izler bulunmasıdır. Bunlar, bu taş veya kayaların takdisine bir sebep gibi göründüğü halde, kanaatimizce durum daha başkadır."
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
190. "Bugün Anadolu'nun hemen her tarafında üzerinde " Hz. Ali'nin atının ayak izleri" bulundugu söylenen ve bu yüzden takdis ve ziyaret olunan birçok kayalara rastlanmaktadır. Mesela, Amasya'da Çoban Dede tarafında; Edremit'te Duradağı üzerinde; Mudurnu'da Akkaş Köyü'nde; Kayseri yakınındaki bir tepede; K.Maraş-Elbistan yolu üstünde iri bloklar halindeki kayalarda, işaret edilen iz oldukları ileri sürülen çukurlar gösterilir. Çevre halkı bunları ziyaret ederek adaklar adayıp kurbanlar sunmakta ve hastalıkların iyileşmesi, yahut çeşitli dileklerinin gerçekleşmesi için dualar etmektedir. Bilhassa sonuncusu, Elbistan yöresindeki Kızılbaşlar ve Kurınançlar arasında Ali Kayası diye bilinir ve son derece mübarek sayılır."
- Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
191. "Müslüman-Hıristiyan dinî ve kültürel ilişkiler, ihtida ve irtidatlar
Genellikle Bektaşilik gibi Sünniliğe bağlı olmayan tarikatlara mensup şeyh ve dervişler, İslamiyet'i yayabilmek için, gayri müslim halk arasında mevcut aziz küllerinden geniş ölçüde yararlandılar. Aradan geçen zaman içinde bu aziz kültlerinden pek çoğu evliya kültü hâline dönüştü. Bazı aziz ve evliya türbeleri, gayri müslim ve hıristiyan halk arasında ortak ziyaret yerleri hâline geldi. Mesela, Ürgüp havalisinden Saint Kharakambos, Hacı Bektaş kültüyle; Amasya civarında Saint Theodor ve Saint George kültü, Baba İlyas kültüyle; aynı şekilde Sarı Saltık kültü çeşitli yerlerde Saint Spiridon, Saint Nicolas gibi aziz kültleriyle birleşti."
- Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası
192. "Seyyid Gazi Zâviyesi’nde, Hacılar Bayramı da denilen Kur ban Bayramı sırasında yapılan yıllık büyük âyinler hakkında bugün için ilk kayıtlara, Hacı Bektaş-ı Velî, Hacım Sultan ve Otman Baba velâyetnâmelerinde rastlanmaktadır. Bunlardan birincisi, söz konusu zaviyede yapılan ilk âyinlerin Hacı Bektaş tarafından tesis olunduğunu haber verdiği gibi, Muharrem Matemi âyininin de Hacı Bektaş Zâviyesi’nde icrâ edildiğini belirtir. İkinci eser ise, Hacım Sultan’ın, her yıl Kurban Bayramı’nda Susuz’daki zâviyesinden kalkarak öteki Kalenderi zümreleriyle beraber büyük âyine katıl mak üzere Seyyid Gazi Zâviyesi’ne gittiğini bildirir."
- Kalenderiler
193. "Burada eğer, konunun kendi birliği içinde genel vaziyetine bir göz atılacak olursa, aşağıdaki biçimde özetlemek mümkündür: 1237 yılında, II Gıyaseddin Keyhusrev babası I. Alaeddin Keykubad'ın zehirlenerek ölmesinden sonra Anadolu Selçuklu tahtına geçmiştir. Babasının zamanında doruk
noktasına erişen memleketip siyasi, içtimai ve iktisadi nizamı, yeni genç
sultanının beceriksiz ve kötü idaresi yüzünden hızla alt üst olmaya başladı.
Bilhassa veziri Sadeddin Köpek'in kendi ikbalini ve iktidarını daha da yükseltmek için işlediği siyasi cinayetler ve gayri meşru bir takım faaliyetleri, halkın hayatında büyük krizler meydana getirdi. Bu arada göçebeler ve köylü ahali bu kötü yönetimden son derece zarar gördü. İşte bu genel rahatsızlık yüzündendir ki, 1240 yılında bir ihtilal patlak verdi."
- Babailer İsyanı
194. "Kalenderîlik bir tasavvuf akımı olarak en az X. yüzyıldan beri mevcut bulunduğu halde, bir Kalenderiyye Tarikatından söz etmek ancak Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî’den itibaren mümkün olabilir."
- Kalenderiler
195. ""Bizim muhafazakar neslin, yabancı dil ile eğitim veren kolejlerden mezun -hepsini kastetmiyorum- bazı öğrenciler gibi pervasız, kendini beğenmiş, şımarık tavırları olmamıştır. Bunun belki bazı istisnaları çıkmış olabilir. Ama genel olarak öğretmenlerimize, hocalarımıza karşı saygımız ve vefamız, geleneksel Müslüman Türk terbiye anlayışından ve taşra aile yapısından geldiği gibi, bir bakıma da aldığımız İmam-Hatip terbiyesinden geliyor. Bizim için hoca en az anne-baba kadar muhteremdir ve ölünceye kadar ona minnet duyulur. Hz. Ali'nin meşhur "Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum" sözü bu terbiyenin esası olmuştur.""
- Arı Kovanına Çomak Sokmak
196. "Kaynaklar bu dönemin tanınmış zındıkları arasında Emevi halifesi II.Velid b. II.Yezid'i zikrederler."
- Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
197. ""Kasapların tartışmasında koyunların taraf tutması, koyunların kaderini değiştirmez.""
- Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası